Depresyon gibi bireysel ve psikolojik bir fenomenin toplumsallığı üzerine düşünmek şaşırtıcı gelebilir. Fakat soğuk algınlığı gibi bir hastalığın ya da ekonomik fenomenlerin toplumsallığından söz edebiliyorsak, aynı zamanda psiko-sosyal alanı yok saymayacaksak bu konu üzerine düşünmek bizim için zorunlu olacak.

Üstelik çok kolay ölçülebilir fenomenler olabilir bunlar. Ama belki de nereye bakacağımızı bilmeliyiz.

Ben geçimimi sağlamak üzere inşaat sektöründe çalışmaktayım. Günümüzde inşaatlarda giderek artan baştan savma imalatların, ekonominin kötüleşmesiyle ilgili olduğunu düşünmek bana ilginç gelmiştir. Enflasyondaki yüzde birlik yükselişin emekçilerin psikolojilerine etkisi sebebiyle ne kadar işi berbat ettiğini merak ediyorum. Çünkü ölçülmesi kolay olmasa da, ekonomi kötüye gittikçe mimarından mühendisine ustasından kalfasına şantiyedeki herkesin aptallaştığını gözlemliyorum.

Bu bireysel gözlemle sınırlı kalmayalım. Şöyle ilerleyebiliriz: Toplumda zenginliğin ve zaman yönetiminin sınıfsal bir dağılımı olduğunu kabul etmek zor görünmez. Şunu söylemek istiyorum: Bir burjuva kendisini gerçekleştirecek daha çok zamana sahip olurken, bir emekçi bunun çok daha azını elde edebilecektir.

Üstelik emekçi, kapitalist düzen içerisinde emeğinin karşılığını yeterince alamadığından emeğine yabancılaşmıştır. Bu yabancılaşma, yabancılaşmanın ilk akla gelen uzmanlaşma anlamından ziyade emeğin yeterli değerle değiş tokuş edilmemesi neticesinde emekçinin emeğine ve gücüne yabancılık çekmesi olarak okunmalı. Yabancılaştığı, yaşamın kendisidir emekçinin, çünkü emek yaşamın en saf hallerindendir. Fakat değil mi ki işçi emeğinin karşılığı olarak insanca yaşama hakkını elde edememiştir. Varsın solsun çiçekler…

İşte bu yabancılaşma, bir tür değersizleşme hissiyle ilerler. Bu his, ülkemizde emekçiler – mavi yakalar ve beyaz yakalar için paralel ilerliyor günümüzdeki. Çünkü üst kesim hariç toplumun çoğunluğunun alım gücü, gelecek güzel günlere inancı, boş zamanı ve boş zamanını değerlendirme şansı azalıyor. Böylece ikinci yaşamın değersizleştirilmesi aşamasına geliriz. Bu aşama gençlerin ve emekçilerin ‘geleceksizleştirilmesi’dir. Bu süreçle birlikte, geçim sıkıntısı yaşamın öyle geniş alanlarına yayılır ki, bireylerin Maslovun piramidinde üst basamaklara çıkma hayalleri tuzla buz olur.

Ancak emekçiler ile beyaz yakalar arasında depresyonun yaşanmasındaki farklılıklara da dikkat çekmek gerekir. Maurice Halbwachs ‘Toplumsal Sınıflarımn Psikolojisi’nde orta sınıfların işçilere nazaran işlerini daha fazla sahiplendiklerini, çünkü bunu sahiplenmenin görevlerinin bir parçası olduğuna dikkat çeker. Zira orta sınıflar, yani mühendisler işverenin haklarını emekçiye karşı onun bulunmadığı yerlerde onun yerine savunmak durumundadır.

Bu durumda beyaz-mavi yakalıların işleriyle ilgili, toplumsal görevleri gereği daha fazla sorumluluk bilincine sahip olmak zorunda oldukları söylenebilir. Bu durum, ekonomik gerileme dönemlerinde bu grupların aleyhine işleyebilir. Zira bu gruplar için iş hayatın merkezindedir ve işle ilgili problemler bu bireyler tarafından kişisel yetersizlik olarak algılanır. Böylece orta sınıfların hayatlarında yeni bir kırılganlık hattını daha gözlemlemiş oluruz.

Ama depresyonun bu yaşadığı kıvrımlardan, çok daha büyük dalgalarını da gözlemleyebiliriz toplumda. Fakirliğin, geçim sıkıntısının mutsuzluk ve depresyonla ilgili olmayacak mı? Fakirliğin insanı sürüklediği cahillik, hemen her zaman onun kötülüğe yönelmesinin en önemli sebeplerinden olmuştur. Cahil insan ne kendisini tanıyabilir, ne de etrafındakilere fırsat verir. Oysa insan öyle zengin bir tohumdur ki… Onun yeşermesinin önlenmesi, hemen her zaman bireysel ve toplumsal felaketlerle sonuçlanmıştır.

Bir adım daha atarak, zenginliğin toplumda bir yayılımının olduğu gibi, mutluluk ve mutsuzluğun da bir yayılımının ve adil olmayan paylaşımının olduğunu söyleyebiliriz. Bu yayılımın her zaman istisnaları olacaktır, ancak bu istisnalar da olasılığın bir parçasıdır. Bu yayılımı örneğin Z kuşağı gibi geniş grupların tepki ve eğilimlerinde gözlemleyebiliriz. Fırtına gibi bir neslin, olanaksızlıklar yüzünden engellenmeleri nasıl mutlulukla sonuçlanabilir ki?

Bu konu derinleştirilebilir. Fakat biz son bir noktaya parmak basarak bitirelim. Depresyonun bir toplumsallığının olması, bizi hem rahatlatır hem de rahatsız eder. Çünkü bu sayede onun olumsal – geçici bir fenomen olduğunu ve belirli koşullara bağlı olduğunu anlarız. Bizi karamsarlığa iten ise, içinde olunan toplumsal koşullar değiştirilmeden depresyonun ortadan kaldırılmasının mümkün olmayacağı fikridir.

Bir soruyla bitirelim: Depresyonun ortadan kaldırılması gerekli ve mümkün müdür?

“Depresyonun Toplumsallığı” için 4 yanıt

Bir Cevap Yazın

Trending

Alçak kültür sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et