Martin Eden, romantik aşkı yitirince neden yaşama sevincini de yitirmişti? Bu soru aslında bizim yaşamımızla da iç içe: İnsan neden yaşama anlam vermek için saf bir sevginin peşine düşer? Oysa yaşamın anlamsızlığına ve boşluğuna aşinayızdır. Neden bu boşluğun ve anlamsızlığın ötesinde bir anlam aramak isteriz?
İki öznenin duygulanım durumundan ve karşılaşmalarından ibaret olan romantik aşkı, neden yaşamın temel amacı haline getiririz? Ve bu hedef, dünyanın kirliliğini aklayacak kadar güçlü olmadığında, dünyanın en derin umutsuzluğuna kapılabiliyoruz. Martin Eden neden kitabın sonunda başarılı ve ünlü olduğu halde tutkularını yitirmiş haldeydi?
Martin Eden ve arayışı
Martin Eden Ruth’a aşık olur ve onun aşkını kazanmak için, onun sınıfına ait gördüğü kültürel üretim ve yaratıcılık alanına doğru yol alır. Eden için, yaşamının anlamı mücadelesi, kitapları, yazdıkları ve Ruth olacaktır. Mücadelesi ne kadar zorlu olsa da, yılmaz Eden. Çünkü mücadelesinin sonunda saf, temiz ve değerli bir hedef ve ödül bulunmaktadır. Fakat yolculuğun sonu hayal kırıklığı olur.
Aslında gerçekçi bir insan olması beklenebilirdi Martin Eden’den. Yaşam kavgasının içinden geliyordu. Fakirliği, yaşamın acımasızlığını, çalışma hayatının zorluğunu, insanların ne kadar çürüyebildigini biliyordu. Buna rağmen nasıl romantik bir insan olabilmişti?
Belki de tam da bu sebeplerle romantik olmuştu Eden. Daha kitabın başında içinde olduğunu hissettiği dünyanın dışına çıkmayı hayal etmiyor muydu? Başka türlü bir yerdi gitmek istediği. Yani arayış motifi yaşamının merkezine yerleşmişti. Bu arayışın çağrısını ise bir kadının bedeninde ve aşkında bulmuştu. Aşkı mıydı, yoksa çağrının kendisi miydi önemli olan?
Başka bir yaşamın hayalini kurması, Eden’in idealistliğine dayanıyordu ve onu mücadelesinde ona destek olmuştu. Ama aynı zamanda onu yaşama ve yaşamın oyunculuğuna karşı kör de kılmıyor muydu? Yaşam idealist insanların elinden kaçıp durmuyor mu? Ama Martin Eden bir savaşçıydı ve hayallerin peşine düşmüştü bir kere.
Yaşamın anlamsızlığı ve Eden’in kaçışı
Yaşamın anlamsızlığının konumuzla ne ilgisi var? Ben çok ilgisi olacağını sanıyorum. Çünkü bu anlamsızlıktan hepimiz bir şekilde kurtulmaya çalışıyoruz. Baudelaire’nin söylediği gibi, kimisi şarapla, kimisi aşkla, kimisi işiyle sarhoş olmayı seçer. İnsanın bundan başka çaresi var mıdır?
Ve hayata atanan her anlam, eşit değerdedir. Bir komutan için bu anlam mücadele ve zafer olabilir. Bir aşık için sevdiği kadındır. Bir yazar için mesleği olabilir. Ama önemli olan nokta yaşama istencinin neye yaslandığıdır.
Martin Eden için bu kaldıraç noktası romantik aşktı. Peki geçim sıkıntısı ve yazarlık ideali onu heyecanlandırıyor muydu? Evet ve bunlar onu korkutuyorlardı da. Ve bu endişeler ona dayanacak bir anlam aratıyordu. Bay Eden bu kaldıraç noktasını romantik aşkla bulmuştu. Endişe ve Kaygı’nın içinde Genç Werthervari bir kurtuluş ışığı hayal etmişti.
Kaygı ve endişe bu noktada birbirinden ayrılır. Endişe gündeliktir, yüzeydedir ve kaygının devamıdır. Patronumuzdan korkarız, kovulmaktan ürker, sevgilimizin bizi terk etmesinden endişeleniriz. Endişe, yaşamın merkezindeki duygulanımlardan kaygının gündelik yaşamdaki tezahürüdür ve her yere sızar.
Korku ne hakkında korkmaktır? Korkan varolanın yani Dasein’ın kendisi hakkında korkmaktır. Kendi varlığı içinde kendini mesele eden varolanlar korkabilir yalnızca. Korkmak bu varolanı tehlikeye düşmüşlüğü, bizatihi kendine tevdi edilmişliği içinde açımlar. Korku daima kendi şuradalığı içindeki varlığı bakımından ortaya çıkarır.
Heidegger, Varlık ve Zaman, s.222
Yani endişe, insanın daha geniş olanaklarına ilişkin daha temel bir fay hattının, kaygı’nın izdüşümüdür. Kaygı, hergünkü yaşam ve dil içerisinde gömülmüş insanın içisine düşen bit yeniğidir. Güneşin son ışığının çok hafif bir ılıklık getirdiği ama ısıtamadığı bir ürpermedir.
Kaygı içindeyken, çevreleyen dünyasal el-altında-olanlar, hatta dünya dahilindeki varolanların tamamı batıp gider. Artık ‘dünya’ hiçbir şey sunamaz olur, aynı şekilde başkalarının birlikte Dasein’ı da. Böylece kaygı, Dasein’ın kendisini düşmüşlük içinde dünyadan ve kamusal tefsir edilmişlikten hareketle anlama olanağını elinden alır. Kaygı, Dasein’ı kaygısının nedenine yani sahih dünya-içinde-varolabilirliğine geri fırlatır.
Varlık ve Hiçlik, Martin Heidegger, s.188
Heidegger’e göre Kaygı, insanın hem cehennemi hem de en asli olanağının anahtarıdır. Çünkü insan kaygı sayesinde içine batmış olduğu dünyadan bir anlığına yalıtılır ve içinde olduğu anlamsızlık ile karşılaşır. İnsanın bundan sonra bu anlamsızlığa nasıl cevap arayacağı ise kendisine kalmıştır.
Martin Eden’in romantik aşkına duyduğu yüksek sadakat de, Kaygı’nın insana duyumsattığı fay hattının gücü ile alakalı olabilir kanımca.

Romantik aşkın yıkılışı ve Eden
Bu bağlamı takip edersek, Eden’in romantik aşkının onun yaşamsal motifinde neden merkezi olduğunu daha iyi kavrarız. Hikayeyi hatırlayalım: Martin Eden, içinde olduğu zorlu emekçi yaşamından kurtulmak için, kültürel yaratım alanına yönelir ve bu mücadelesinde de genç bir kadının aşkını kendisine ışık edinir. Romantik aşk, Eden’i yeni bir dünyaya götürecek kılavuz ve yakıttır bu hikayede.
Fakat bu kılavuz ilerleyen dönemde gemiciyi ışıksız bırakacaktır. Eden aslında kültürel ve yazınsal anlamda geliştikçe, Ruth’un aslında burjuva değerlerine sadık olduğunu anlar. Romantize ettiği bu kadın en entelektüel tutku en de yetenek sahibidir. Fakat buna rağmen, Martin Eden kutup yıldızını kaybetmek istemez ve idealize ettiği kadının büyüsünden kurtulamaz.
Ama hikayenin sonu kaçınılmazdır. Eden çabalarının sonunda, entelektüel gücü kazandığı halde bir türlü kendisini yazın dünyasını kabul ettirememektedir. Bu dönemde Ruth ondan hoşlansa da ona ve onun kendisine sağlayacağı burjuva hayata inancını yitirir. Ruth ondan ayrıldığında bunu kabul edemez ve çalışmalarını sonlandırır Martin. Daha da inanılmaz olan ise çok yakında Eden’in yazınsal başarı ve üne kavuşacak olmasıdır.
Martin Eden başarıya ve üne ulaştıktan sonra, daha önce yüzüne kapanan tüm kapılar ona açılmaya başlar. Hatta romantik aşkını adadığı Ruth bile, kendisinin ya da ailesinin isteği üzerine, ona geri döner ve burjuva kibrine rağmen onu geri kazanmak için yalvarır.
Uzun zaman konuşmadan oturdular; Ruth ümitsizce düşünüyor, Martin de kendisini bırakan aşkını tartıyordu. Ruth’u gerçekten sevmediğini şimdi anlıyordu. Onun sevdiği idealleştirmiş bir Ruth’du; kendi yarattığı, buharımsı bir yaratık, kendi aşk şiirlerinin ışıklı, parlak ruhuydu. Bütün burjuva kusurlarına sahip, kafasında burjuva psikolojisinin iyileşmez krampını taşıyan, burjuva sınıfının gerçek Ruth’unu hiçbir zaman sevmemişti.
Martin Eden, Jack London, s. 593
Ruth’un burjuva gelgitleri, Eden’i daha büyük bir hayal kırıklığına uğratır. Ama artık hayal kırıklığına uğramanın da bir anlamı kalmamıştır. Martin Eden’i motive edebilen tek ideal olan kusursuz romantik aşk, mümkün değildir ve yaşam anlamsızdır onun için.
Kusursuz cevap isteği ve Martin Eden
Martin Eden hepimiz kadar çaresizse, onu köşeye sıkıştıran neydi? Bu noktada şuna dikkat etmeliyiz: Hepimiz Kaygı ve endişeye aynı şekilde muhatap olsak da, hepimizin bunlara ve vicdanın sessiz çağrısına cevabımız farklıdır. İşte tam da cevabının niteliği yüzünden çıkmaz bir sokağa girmişti Martin Eden.
Vicdan sadece ve daima suskunluk modusu içinde konuşur. Böylece duyumsanabilirliğinden hiçbir şey kaybetmediği gibi, çağrıda bulunarak çağrılan Dasein’ı kendi benliğinin sessizliğine sevk eder.
Varlık ve Zaman, Martin Heidegger, s.273
Eden, içinde olduğu iki yüzlü, acımasız, anlamsız dünyadan başka bir yere gitmek istemişti. Ama buna hakkı var mıydı? Neden yaşamındaki diğer insanlardan daha masum olsundu Martin? Vaad edilmiş topraklar neden ona verilsindi?
Aslında hikaye basitti. Eden yaşamın anlamsızlığına karşı büyük bir cevap bulmuştu ve her büyük uyuşturucunun kullanıcı üzerinde bıraktığı etkiye muhatap olmuştu. Önce dozu giderek yükseltmiş ve giderek daha fazla yükselmiş, sonraysa ister istemez harman kalmış ve gündelik hayatta kafası yüksekken yaşadığı mutluluğa ulaşamadığından yaşama isteğini kaybetmişti.
Ama yaşamın eksikliğinin ve tamamlanmamışlığının içinde tam ve kusursuz bir cevap bulunabileceğin ve bunun bizi mutlu edeceği vaadini Eden’e kim vermişti? Evet, zorlu bir mücadeleydi onunki ve büyük motivasyonlara ihtiyacı vardı. Ama bu motivasyonların tehlikesi de vaad edilmemiş miydi?
İnsan eksiklik, tamamlanmamışlık ve eksiklikse eğer; romantik aşk bizi nasıl bütün haline getirebilir ki? Benim kanımca, insanın yaşamın anlamsızlığına bir yanıt üretme çabası ne kadar anlaşılır ve doğruysa, bu anlamın nihai olmasını beklemesi de o kadar imkansızdır. Çünkü nihai cevap, ancak ölümle ya da anne karnına dönüşle mümkündür.
Sartre’ın dikkat çektiği gibi, insan özgürlüğe mahkum olan varlıktır. Tam da bu yüzden, hep bir şeyleri değillemek, bir şeyleri yok saymak ve bir şeyleri seçip, kendisini birisi haline getirmek zorundadır:
İnsan gerçekliği yeterince olmadığı için özgürdür, durmadan kendi-kendisinden koparıldığı ve olmuş olduğu şey olduğu ve olacağı şeyden bir hiçlikle ayrıldığı için özgürdür. Nihayet şimdiki varlığının kendisi de ‘yansı-yansıtan’ formunda hiçleyiş olduğu için özgürdür. İnsan özgürdür, çünkü kendi değildir ama kendinde mevcudiyettir. Ne ise o olan varlık özgür olamaz. Özgürlük, tam da insanın yüreğinde oldurulan ve insan-gerçekliğini olmak yerine kendini yapmaya zorlayan hiçliktir.
Daha önce de gördük, insan gerçekliği için olmak kendini seçmektir: alabileceği ya da kabul edebileceği hiçbir şey ona dışarıdan da içeriden de gelmez. Hiçbir türden yardım olmadan, en küçük ayrıntıya varana kadar kendini varlık kılmanın dayanılmaz zorunluluğuna bütünüyle terk edilmiştir.
Varlık ve Hiçlik, J. P. Sartre, s.531

Sonuç: Martin Eden’in bilinçli intiharı
İddialı bir başlık oldu ama Martin Eden’in bilinen sonunun, onun seçimleriyle ilgili olmadığını kim söyleyebilir ki?
Martin Eden başka bir dünyaya ulaşmak istiyordu hepimiz gibi. Kendisini başka birisi yapmak istiyordu. Ve bu çabası için, bir anlama yaslanmak istemişti. Bunu sevimli bulabiliriz. Ama bir şeyleri de ertelememiş miydi? İçine gireceği cennetin anahtarını bir kadının eline verdiğinde, ne o dünyanın varlığı ne de aşkının gerçekliği güvenilirdi. Ama yine de buna inanmayı seçmişti.
Ben sonuç olarak, Martin Eden’in saflığına ve azmine saygı duysam da, bu saflıkta bir kurnazlık da buluyorum. Gereğinden fazlasını istemişti Martin Eden. Ve bunun bulamadığında kendisini kurban haline getirmişti. Oysa System of a Down’ın şarkı sözünde geçtiği gibi, melekler ölmeyi hak ediyordu (‘Angels deserve to die.’) ve haklı olmak kimseyi kurtarmıyordu. Tam aksine, haklılık insanları hınçla dolduruyor.
Sonuç olarak, Martin Eden’den hareket ederek, romantik aşkın yaşamın anlamsızlığına ve Kaygı’ya cevap olabileceği iddiasının çürük olduğunu ortaya koymak isterim. Heidegger felsefesinden hareketle, romantik aşk’ın Kaygı’dan bir kaçış olduğunu söylemiştik, Sartre ise daha ileriye giderek bunun özgürlük ve sorumluluktan kaçış manasına geleceğini söyleyecektir. Evet, romantik aşk dünyayı daha iyi bir yer haline getirebilir. Ama bunun tüm problemlerimizin çözümü olacağı fikri de son derece naif ve hastalıklıdır.
Unutmamalıyız, Sartre’ın söylediği gibi, insan hiçbir işe yaramayan bir çiledir. (Varlık ve Hiçlik, J. P. Sartre, s.720)