Hadim cinleri, soyut düşünce ve hikayenin gücü

Hadim cinleri ve hüddamlara ilişkin hikayelerinden hareketle, paranormal hikayelerin kökenleri ile ilgili neler söyleyebiliriz? Hadim cinlerine ilişkin spekülasyon, dinsel mecaz ve paranormal ilişkisini gündeme getirebilir mi? Bu hikayenin kökenini araştırdığımızda ne bulacağız?

Hadim cinlerinin, kutsal kitabın (Kur’an-ı Kerim) ayetlerinin koruyucusu cinler olduğu anlatılır. Hüddamlar için bu cinleri kontrol etmek önemlidir, çünkü bunlar çok güçlü cinlerdir ve paranormal alemde güçlü olmak için gerekli askerlerdir. Bu güçlü cinleri kontrol eden kişilere hüddam denir.

Kutsal kitabın korunduğu inancı ile cin inancı nasıl birleşmiştir bu hikayede? Kutsal kitabın geldiği günden beri değişmediği kabul edilecekse, bu ayetlerin cin ve melek gibi paranormal varlıklar tarafından korunması mı gerekir? Hikayelere neden ihtiyaç duyarız? Ve hikayelerin üzerimizdeki gücü ve bunun tehlikesi üzerine ne düşünmeliyiz?

Bu noktada soyut düşünce, mecaz ve paranormal hikayelerin kökenleri ile ilgili bazı sonuçlara ulaşabilir miyiz? Ve en nihayetinde, her ihtiyaç duyduğumuzda hikayelere sarılmamız hakkında ne söyleyebiliriz?

Hüddamlar ve hadimler

Kutsal kitapların koruyucu ruhlarını kontrol altına alma öğretisi, sadece İslam’da bulunmaz. Hristiyanlık ve Yahudilikte de benzer öğretiler bulunur. Ancak İslam’da cinlerin kontrolünün her türlüsü yasaklanırken, diğer dinlerde iyi ruhların kontrolü serbest bırakılır ve kötü ruhların bile kontrol edilmesi (iyilik için) teşvik edilir.

İslam atmosferinde ruh / cin kontrolünün birkaç hali vardır. İlki, büyücülerin ve medyumların kendi çıkarları için bazı kötücül cinleri köle etmesi ya da kullanmasıdır. Aslında bu hikayenin bazı türleri de kutsal kitapla başlar. Anlatılan göre, cinlere ulaşmak isteyen kişi, kutsal kitabı pis bir yere pisliklerle birlikte koyar ve ardından habis bir ruhun gelmesini bekler. Ruh ortaya çıktığında ise onu çeşitli ritüellerle köle eder.

İslam’da ise cinlerle uğraşmak yasaktır. Yine de kötü / imansız cinlerin vereceği zararları Allah rızası için önlemenin bir tür hocalık olduğu kanısına ulaşılmış ve bu işlerle uğraşan bazı hocalar ortaya çıkmıştır. Bu hocalara genel olarak hüddam ismi verilir. Ancak hadim kelimesinin başka bir kökeni var.

Hadimler, Kur’an ayetlerinin koruyucusu olan çok güçlü cinlerdir anlatıya göre. Bir hoca, bazı Müslüman cinlerle dost olabilir ya da davetle bazı Müslüman cin kabilelerinden yardım isteyebilir. Ama bir hadime hükmetmeden, gerçek bir Hüddam’a dönüşemez ve Berzah âleminde hüküm süremez.

Ama anlatıya göre, bir Hadimi bağlamak hiç kolay değildir. Bunun için doğru zikirleri ve tılsımları kullanarak, belli sınavlardan geçer ve bellir bir ruhsal enerji düzeyine ulaşır kişi.

Aslında bir hadimin hüddam tarafından bu şekilde kullanılmasının ne kadar doğru olduğu da tartışmalıdır. Çünkü hadimlerin kendi kutsal görevleri olduğundan, Allah rızası için ve doğru amaçlar için kullanılsalar bile, bir hüddamın emrinde kendi koruma görevlerini aksatmaları sorunludur. Tam da bu yüzden, hadim cinlerinin iyi amaçlar için kullanılsalar bile hüddama nefret duyabilecekleri iddia edilmiştir.

Hadim hikayesine neden ihtiyaç var?

Bu hikayeye inanalım ya da inanmayalım, her halükarda onun kökenini merak edebiliriz. Kutsal kitabın ayetlerinin her birinin birer ruh / cin tarafından korunmasına neden gerek var? Allah’ın aracısız buna gücü yetmiyor mu? Ya da bu hikayeye ne gerek var?

Ayetlerin korunmasının sebebi, Kur’an’ın vahiy olarak korunmasına özen gösterilmesi olabilir miydi? Kur’an peygamberin ömründe kitap haline gelmemiş olsa da kısa süre sonra yazılı olarak toplanmıştı. Ve tüm nüshalar tek bir kaynaktan çoğaltılmıştı.

Aslında kutsal kitabın ayetlerini koruyan, kitap haline getirilmiş olması ve olan gösterilen özendi. Kur’an ayetlerinde onu bizzat biz koruruz denir. Fakat bu koruma, neden aklı ve somut olmasın? Neden dini anlatı illaki soyut muhafızlar koymak ister cümlelerin önüne?

“Şüphesiz ki zikri/Kur’ân’ı biz indirdik. Onu koruyacak olan da hiç kuşkusuz yine biziz.”

Kur’an-ı Kerim, Hicr 9

Burada akla iki önemli sebep geliyor. Birincisi, ayetleri koruyacak muhafızların icat edilmesinin yan faydalarıdır. Çünkü elinizde soyut muhafızlar yani cinler, ruhlar, melekler ve şeytanlar varsa insanları çok daha rahatça mistik bir atmosfere sokabilirsiniz. Korkunun iyi bir motive edici olduğu ortadadır.

İkinci önemli sebep ise, bir soyutlamanın halka anlatılmasında bir hikayeye başvurulması olabilir. Ne de olsa bir kitabın binlerce yıldır değişmemesi yeterince ilginç bir olaydır. Bu fikri bir çocuğa anlatırken, yavrum kutsal kitabı melekler koruyor demek son derece anlaşılırdır.

Ama yetişkin insanların bu hikayeye ihtiyaç duymaması beklenir. Bu ihtiyacın nedeni nedir? Din adamı hikayesini mistisize etmeyi tercih edebilir. Peki insanlar bunu neden satın alır? Neden dünyayı hikayelerle anlamak isteriz?

Hikaye ve insan

Bir durum ya da olayı yaşar ve sonrasında üzerine düşünür / anlarız. Anlamak olayın ardından gelir. Akli bir düzlemdir bu. İnsan aklı yetenekleri olan bir canlıdır. Ama düşünmek ve anlamak, dünyayla kuracağımız ilişkinin sadece bir kısmıdır.

İnsan teorinin içinde yaşamaz. Zamanın içindedir ve dünyayı zamansal olarak kavrar. Bu da neden hikayelere ihtiyaç duyduğumuzun cevaplarından birisidir. Çünkü dünyayı olaylar silsilesi olarak kavrarız.

İnsan aynı zamanda simgesel dünyada yaşar ve simgesel düşünceyi kullanır. Bu da onu teoriden çok hikayeye yaklaştırır. Çünkü hikayeler, simgesel dünya ile gerçeklik arasında bağlantı kurar. İnsanın doğadan kopmuş olduğu gerçeğini, yeniden üretir ve insanın kimlik bunalımına bir cevap sunar.

Sapiens sapiens anlamıştı ki dünyadaki varlığını ve bedensel yaşamını anlamlı kılacak verili bir hakikat yoktu, anlam bedenin dışındaydı ve dille inşa edilmeyi bekliyordu.

Homo Narrans, İsmail Gezgin, s.40

Hangi hikayeye inandığınız fark etmez. Kimisi rasyonel bir dünyanın hikayesinin içindedir. Kimisi materyalist bir hikaye kurar. Kimisinin hikayesinde cinler ve melekler cirit atar. Kimisinde Karl Marks.

Çünkü insan hikaye anlatan canlıdır. Her hikaye bir anlam dünyası ile ilişkilidir. Hem kendimiz için, hem de dünya için bir hikaye kurar ve onun anlamını sahipleniriz.

Hikayeler sosyal evrimimizde hep yanımızda oldular. Bu binlerce yılın ardından onları terk edemeyiz. Ama müstakil hikayelerin bize etkileri üzerine düşünebiliriz hatta düşünmeliyiz. Cin ve perileri içeren bir hikaye ile, eşit ve özgür bir dünyanın hikayesi, ya da uzayın bilimle fethedildiği hikaye arasında tercih yapabilmeliyiz ve yapmalıyız. Ama hikayeleri tamamen terk etmek önerilemez.

Hikayenin gücü

Hikayelerin üzerimizdeki gücünden tedirgin olmalı mıyız? Evet. Daha çok tedirgin olmamız gerekense, bu gücün hangi kötü emellere alet edilebileceğidir. Ama önce şunu soralım: Bu gücün kaynağı nedir?

İsmail Gezgin’in Homo Narrans‘taki iddiası, insanın hayvana dönüşüp, kültürün ve dilin uçurumundan düştüğü esnada hikaye ve mitlere muhtaç hale geldiğidir. Çünkü doğadan kopan insan ölümlü olduğunu öğrenmiş ve hem bu gerçekle yüzleşmek zorunda kalmış, hem de bu gerçeğin yarattığı anlam sorunuyla yüzleşmiştir.

Bu şema, Platon’un Şölen’de sundugu aşk teorisi ile benzerdir. Platon, Aşk’ın halkta çocuklara sahip olma, politikacılarda ülkeyi güzelleştirme, entelektüellerde bilgeliği ve güzelliği yayma gibi çeşitli tezahürleri olduğunu söyler. Platon’da göre bu sevgilerde kişinin motivasyonu, ölümsüzlüğe ve sonsuzluğa duyduğu istektir. Aşk, güzellik içinde çoğalmak ve sonsuza ulaşmak, yani ölümlülüğü yenmek arzusundan kaynaklanır Platon’a göre.

Ölümün dokunuşunun gücünü, Heidegger de takdir eder. Dasein’ın gündelik hayat içerisinde (hergünkülük) kaybolduğunu söyleyen üstad, bu kaybolmanın ve batma halinin içinden ancak ölümün yani hiçliğin dokunuşu ile çıkılabilecegini söyler. Yani ölüm, insanın kendi doluluğundan çıkabileceği tek boşluktur.

Ama ölüm, insanların mitlere ve hikayelere sarılmasının tek sebebi olmayabilir. Yaşamın kendisi ve yoğunluğu da yeterince korkutucu değil midir? Kapitalizmin emekçileri hergün daha çok sömürmesi ve geniş halk kitlelerinin giderek daha çok geleceksizleştirilmesi, bugünkü en büyük hikaye üretici dinamiğimiz olabilir.

Bizi biz yapan şeyleri anlatma ihtiyacını çoğumuz hissederiz. Hikayelerimizin bilinmesini ister ve bununla değerli olduğumuza inanırız. Bir hikayemiz olmadığını anlamak varlığımızın anlamsız olduğunu fark etmektir. Bunu kaldıramayız.

Anlatının Gücü, Robert Fulford, s.25

Popülist siyasetçi en çok insanların bu zayıflığını kullanmıyor mu? Popülist baba figürü lider hikayelerde kötü devlerle savaşırken, ezilen çimenler neden alkış tutuyor? Ve yaşam şartları giderek kötüleşirken, nasıl oluyor da politikacılar insanları daha da rahat ikna ediyorlar?

Hikayenin kötüye kullanılması

Bir hikaye, birisinin yaşama gücünü düşürüyorsa ve bir başkasına belirli bir avantaj sağlıyorsa, burada hikayenin kötüye kullanıldığını söyleyebiliriz. Burada kötüye kullanılan, insana özgü özellikler ve açmazlardır.

Ama bu noktada kesin yargılar vermek kolay olmaz. Dışarıdan bakınca, bir hikayenin bir insana iyi geldiğini ya da ona zarara verdiğini söyleyebiliriz evet. Ama bundan nasıl emin olabiliriz ki? Karşımızdakine zarar veren hikaye, uzun vadede onun kendine zarar vermesini önlüyor olabilir. Bu durum, ancak daha büyük problemler ve kötülükler içerisinde olan bir insanın, daha az kötüye sarılmasıdır.

Yani aslında hikayeleri ve insanlara yaptıklarını çeşitli ölçeklerde değerlendirebilmeliyiz. Kültürel göreliliğe tamamen düşmek tehlikelidir. Ama burada nasıl bir strateji izleneceği de önemlidir. Karşısınızdaki insanın inandığı bir hikaye ile dalga geçmek ya da ona o hikayenin çelişkilerini göstermek, bazen sadece o kişinin inancını pekiştirir, deneyimimizden bildiğimiz üzere.

Çünkü hikayelere duygularımız ve korkularımızla bağlanırız. Karşınızdaki kişinin yaşamını ve duygulanımlarını değiştirmek için ona yeni yollar sunamıyorsanız, inandıklarını da değiştiremezsiniz. Çünkü gerçekler değişmediği sürece, hikayeler de değişemez. Altyapı üstyapı üzerinde belirleyicidir. (Ama gün gelir, üst yapı dünyayı belirlemeye başlar.)

Sonuç: Hikayeler ve güçlükler

Bu yazı ilginç bir yolculuk oldu. Tartışmaya hadim cinlerihüddam dinsel hikayesinin analizini yaparak başladık. Bu hikayede, dinsel bir dogmanın mistisize edildiğini ve hikayeleştirilerek insanlara sunulduğunu gördük. Bu hikayeleştirme, paranormal hikayelere konu olur ve dinin duygusal gücünü arttırmak için kullanılır.

Ama bu hikayenin sadece bir kullanımıdır. Burada asıl ilginç nokta, insanların bu hikayeyi ve diğer pek çok kurmacayı nasıl rahatlıkla kabul ettikleridir. Bu ise bizi hikayenin insanın varoluşundaki önemine getirdi. Hikayeler sayesinde güçlü olduğumuz gibi, hikayeler sayesinde zayıf ve korkağız biz insanlar.

Bu noktada, hangi hikayenin güçleneceği, hangi hikayenin zayıflayacağı önem kazanır. Yani dünyanın hangi resmininin ve ona atfedilen hangi anlamının seçileceğidir konu. Bu aynı zamanda, insanın ve uygarlığın seçimleriyle ilgilidir. Mücadele sürmektedir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com’da Blog Oluşturun.

%d blogcu bunu beğendi: