Martin Eden’in intiharını nasıl açıklayabiliriz? Bu intiharın politik boyutu neydi? Yaşama sevgisiyle dolu ve aşka inanan Martin Eden, nasıl olup da kendisini kör bir kuyuya atmıştı? Çıkmaz bir sokağa nasıl girmişti?
Aşkın bir hastalık olduğunu söyleyerek bu sorulardan kaçamayiz. Şunu sormak zorundayız: Romantik aşk gibi güçlü bir duygulanım, Martin Eden‘in hayatında neden bir ihtiyaç haline gelmişti? Sınıflı toplum yapısı ve sınıfsal – kültürel çatışma Martin Eden’i nasıl köşeye sıkıştırdı? Bu bağlamda, teorik düzeyde duyguların politika ve tarihle ilişkisi hakkında ne söyleyebiliriz?
Dünya her zaman anlamsız değil miydi? Eden Ruth’la tanışmadan önce de, ona aşıkken de, onu kaybettikten sonra da yalnız değil miydi? Neyin eksikliğini kabul edemediği için intihar etti Martin Eden?
Ve onun sıkıştığı umutsuz durumu, politik açıdan nasıl yorumlamak gerekir? İntihar politik midir? Hatta ve hatta duyguların bile politik ve tarihsel olduğunu söyleyemez miyiz?
Martin Eden, Ruth’a aşık olup kültürel dünyaya ona duyduğu sempati ile yönelmişti. Bu yolculuğu, onun alt sınıfa özgü kavgacı niteliği ile kat etmişti. Bu yolculuğa sonunda aşkın büyüsünü kaybetmiş, ama başarıya ulaşmıştı. Neden devam edemedi? Martin Eden neden intihar etti?
Martin Eden’in yolculuğu
Martin, belki de her zaman yaşam dolu bir gençti. Hepimiz gibi tabii ki. Meraklı yapısı ve tanıştığı burjuva aile sayesinde, burjuva kültürel hayatı ile tanışmış ve bir kültür üreticisi olmaya karar vermişti.
Eden’in hayali yazar olmaktı. Ama bu hayali bu kadar basitçe ifade edemeyiz. Eden, yazar olarak ve kültürel dünyada bir otorite haline gelerek Ruth’un onayını ve sevgisini kazanmak istiyordu.
Aslında bu tablo gerçekçidir. Hepimiz hedeflerimize duyguların motivasyonu ile yanaşmıyor muyuz? Güzellik hep bir aracı ile dikkati celbetmez mi?
Ama bu manzarayı daha geniş şekilde ele alabiliriz: Martin Eden neden başarıya ulaşarak ve kendisini bir otoriteye dönüştürerek kanıtlamak ihtiyacı içindeydi? Kendisi olarak yeterince değerli değil miydi? Neden hayatı anlamlı kılmak için başarılı olmaya ve romantik aşk gibi saf bir duyguya ihtiyaç duydu?
Kapitalizm ve yetersizlik hissi
Ben, Martin Eden ve akrabalarının halihazırda köşeye sıkışmış olduklarını ve çaresizlik içinde olduklarını iddia edeceğim. Martin Eden, intiharı seçmemişti. İntihar etmek zorunda kalmıştı. Peki neden böyle düşünmeliyiz?
Her şeyin başlangıcında, Martin Eden yaşamı ve kendisini keşfetme şansından mahrum bırakılmıştı. İşçi sınıfının bir evladı, yaşamda kalma savaşından başka nasıl sağ çıkabilir? Eden’in yaşamının başlangıcında eğilimlerini ve yeteneklerini keşf etme şansı var mıydı?
Tam da bu sebeplerle, Eden yaşamın anlamsız olduğunu ve sürekli bir kavga olduğunu düşünmek zorundaydı. Bu durumda nasıl kendisini değerli hissedebilirdi ki? Yani içinde olduğu anlamsızlık hissinin içerisine hapsedilmişti Martin Eden.
Bu noktada imkansız bir havuç – eşek oyununa indirgenir yaşamlarımız. Sistem çalıştıkça ve statüko kazandıkça değerli olacağımızı söyler. Oysa bu asla tatmin olmayacak, sonsuz bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç insanın içini kavurur.
Oysa şöyle de düşünebilirdik: Hepimiz nefes aldığımız, yaşamın parçası olduğumuz ve yaşama ihtimam gösterdiğimiz oranda değerliyiz. Arzunun oyunu hepimizi şaşırtsa da, ona teslim olmayıp, oyuna oyunla cevap verdiğimiz oranda güzeliz.
Ama bu düşünce biçimi, sistem için kullanışlı değildir. Sınıflı toplum, tam da bu yüzden Martin Eden’i varoluşsal bir ızdırap şeması içerisine hastetmişti. Aşkla ya da sanatla kendisini bu anlamsızlık döngüsünden çıkarmaya çalışıyordu Martin Eden.
Sonuç olarak, Martin Eden intihar etmeliydi. Bence Martin Eden neden intihar etti ve nasıl intihar etmeyebilirdi sorularını, bu perspektif ışığında sormalıyız.

Martin Eden’in intiharı
Martin Eden intihar etti çünkü başarısızlığın ya da başarısını değerli sayabileceği bir referans noktası bulamıyordu. Başarılı bir yazardı, ama ona başarı teslim eden edebiyat dünyası, onun eserini kavrabilmiş miydi, yoksa onun popülerliğini faydalanmak mi istiyordu?
Daha önce ona başka dünyaların insanları olduklarını söyleyen, ona inancını kaybeden ve eserlerini anlayamayan aristokrat sanat sever Ruth, şimdi onu arzuluyordu. Ama arzuladığı aslında Martin Eden miydi, yoksa onun zenginliği, başarısı ve ünü müydü?
Bunlar hepimizi kendimize çaresiz hissettirecek sorular. Hepimiz bu sorulara muhatabız. Peki Eden bu sorulara nasıl cevap verebilirdi? Çaresizlik neredeydi?
Bence iletişimsizlik, Martin Eden‘den sistemin ve toplumun söküp aldığı özdeğer duygusuydu. İnsan bu duyguyu yitirip, eksikliğini bir arayışa – mücadeleye kanalize ederse, sonsuz bir enerji kaynağına dönüşür.
Ama asla kanmayacak bir susuzluktur bu. Eden, daha erken başarıya ulaşıp Ruth’u elde etse bile, onun aşkı Eden’i asla tatmin etmeyecekti. Çünkü dışarıdan doyurulamayacak bir ihtiyaç bu.
Peki insan bu çaresizlikle nasıl baş edebiliriz? Her birimiz bu soruya farklı cevap vereceğiz. Bence, tek çare yaşamın anlamsızlığını kabul etmek, ama bu anlamsızlığın kapitalist toplum ve kültür tarafından da kullanıldığının farkına varmak. Bunu kabul edersek, kendi iç dünyamızda bu anlamsızlık ve onu sabote eden inançlarla, toplumsal tarihsel alanda ise bu değersizdir duygusunu besleyen kurum ve sınıflarla mücadele etmeye yönelebiliriz.
Fakat bu mücadele tek kişilik bir mücadele değildir. Martin Eden de bu mücadelenin son kaybedeni değildi.
İntihar neden tabu olmalı?
Frazer, Günah Keçisi kitabında, bazı antik toplumların intiharı nasıl tabu haline getirdiğini anlatır. Bu toplumların bazılarında, ölü diğer ölüler gibi görülmez ya da törenin olarak gömülürdü. Bazı toplumlarda ise intihar eden kişinin mezarının yanından geçerken, mezarın üstüne çer çöp ya da taş atma adeti vardı.
Bu adet, intihar eden ruhların mezardan her an kaçabileceği inancı ile ilişkiliydi. Huzursuz ruhun mezardan kaçıp topluma musallat olmaması için, mezarı her görenin üzerine bir nesne bırakması ve ruhu hapsetmek zorunluydu.
Bu inanç, toplumun nezdinde intiharı tabu haline getirmeye çalışır. Amaç, toplumun fertlerine intiharı yasaklamaktır. Burada amaç, ekonomik bir üretim aracının kaybedilmemesi olabilir.
Ama aynı zamanda, alternatif yaşam tarzlarının korunması da olabilir. Çünkü evrimsel süreç, alternatif stratejiler tercih edilmese bile onları yok etmez. Çünkü ana strateji yenildiğinde, alternatif bir stratejinin seçilmesi gerekli olabilir.
Ve toplum / kültür, dinlemediği seslere bile muhtaçtır. Çünkü bir perspektifin sadece mümkün olabilmesi, yani bir kişinin masum kalabilmesi, tüm sistemi etkiler.
Ama şu soru sorulabilir: Toplum olarak intiharı yasaklasak bile, Martin Eden‘i o çukurdan kurtarabilir miydik? O çukura onu koyduktan sonra, bu yasağın anlamı olur muydu?
Ama toplum da şu soruyu soramaz mı: Biz bilgisiz olduğumuz halde, sen neden doğruyu bize hatırlatmaya devam etmedin? Bu gücü sen neden kendinde bulamadın, biz seni def etsek bile? Senin gücünü ve sağlığını senden almış olsak bile?
Sonuç: Yaşamın hastalığı ve intihar
Sonuç olarak, duygulanım ve ruh hallerinin, toplumsal tarihsel boyut ile ilişkili olduğu iddia edilebilir. Öyleyse intihar gibi bir duygusal ruhsal çöküş eyleminin de, toplumsal boyutunu yok sayamayız.
Eden kendisini asla tanımamıştı belki de, bu halde ne yapabilirdi ki? İnsanların yaşamlarının gelişip çiçeklenemediği bir kültürde insan ve toplum nasıl kurtarılabilir?
Varoluşçu ressam Munch, kendisini yanlış bir gezegende yaşayan bir uzaylı gibi hissettiğini söyler. Belki de bu çağrı haklıdır. Yanlış bir kültür ve toplum, yanlış ilkeleri ve harcanan yaşamları doğurur. Yanlış hayat doğru yaşanmaz.
Yaşamın hastalığı, hem insanı hem kültürü hem toplumu kat eder. İnsan nafile bir çabadır. Yine de tüm gereksizliğinde, fazlalığında, değersizliğinde yaşam, hepimizi birbirimize bağlar. Yaşamda da, ölümde de, intiharda da. Martin Eden’in intiharı bu yüzden, hem her birimiz, hem toplum hem de kültür için önemli bir soru bırakır.