Kurak Günler: İktidar ve Yozlaşma üzerine bir film

Kurak Günler filmi, Netflix’e gelmesiyle yeniden gündem oldu. Ama film, sadece bu yüzden değil, günümüz siyaseti ile ilişkisi ve içinde olduğumuz seçim süreciyle de son derece alakalı kanımca.

Kurak Günler, günümüz siyasetini nasıl tartışıyor? Bir kasabayı bir ülkenin modeli haline getiren film, güç ilişkilerini ve getirdiği yozlaşmayı nasıl ortaya koyar?

Günümüz siyaseti ve ülkemiz, bu sorular ışığında ne gösterir bize? Kasabanın güç dinamiklerininin öğütücülüğü, hepimizi içine almıyor mu? Filmin sonundaki linç sahnesindeki kasabalılar, bizim halk kitlelerimizin tarafgirliği ile benzer değil mi? Ve kasabalıların, şehri tehdit eden obrukları soruşturan savcıyı linç etmek istemesi, bizim halkımızın duygusal reaksiyonları ile benzer değil mi?

Deprem ve ekonomik kriz, ülkemizde çok geniş halk kitlelerini tehdit ediyor. Peki bu tehditler siyasetin konusu olabiliyor mu? Yoksa Kurak Günler‘deki gibi, halk kitleleri gerçeklerden ve rasyonellikten, bir uçuruma doğru mu kaçıyorlar?

Kurak Günler ve kasabanın dengeleri

Filmde, kasabaya bir savcı dahil olur ve güç dengeleri içerisinde yerini arar. İdealist bir memurdur savcı, ama çok hızlı şekilde bataklığa çekilecektir.

Kurak Günler‘in kasabası, zengin bir ailenin çıkarları doğrultusunda kamu yararını hiç ettiği bir yerdir. Obruklar kasabayı tehdit ederken, savcı bu tehdidin arkasında rant kavgası ve çıkarcılığın mekanizmasını bulur.

Halk ise durumdan habersizdir. İşi bilen iş tutmuş, atı alan Üsküdar’ı geçmiştir. Bu oyuna dahil olmak istemeyen tek kişi ise, savcıdır. Direnişinin bedelini ise çok ağır şekilde ödeyecektir.

Yozlaşmaya karşı çıkmak da, alicengiz oyunlarına katılmak da, bedel ödemek ya da ahlakını kaybetmek de, bizim seçimlerimize kalır. Ama ilginç olan, siyasetin buradaki işlevidir. Siyaset ne işe yarar?

Siyasetin amacı iktidarı ele geçirerek ya da ona ortak olarak, arzularını sınırsızca ve bencilce tatmin etmek midir? Maddi ya da manevi bu açlık nasıl bastırılabilir? En nihayetinde siyaset ne işe yarar?

Siyaset ne işe yarar?

İktidar, herkesi kendisine çağırır ve yozlaşmada ortaklaştırır. Ama yine de iktidar, sınırsız şekilde uygulandığında rasyonel değildir. Siyasal alanın çokluğu ile iktidarın dikenliği, birbiri ile çelişir.

Kurak Günler‘de obruklara sebep olan yönetici ilkesizliği ve çıkarcılığı, kamuyu ve kasabayı tehdit etse de, halk bu durumdan habersiz ve yönetim ile duygusal ortaklık içindedir. Savcı araştırmasını sürdürürken yönetim tarafından itibarsızlaştırmaya çalışıldığında, halk dedikoduların peşine düşer.

İktidarın oyununa katılmayan Savcı, düzmece (?) bir suça ortak edilir ve kasabanın muhalif gazetecisi ile arasındaki ilişki yüzünden ahlaksızlıkla suçlanır. Siyaset burada iktidar sahiplerinin aracı ve oyuncağını dönüşmüştür.

Burada bir çelişki ile karşılaşırız. Siyaset ortak yaşamın adil inşası için bir çaba değip midir? Uygarlık ve toplum üyelerinin birlikte yaşamının ilkelerini ve düzenini kurmak için çalışmaz mı? Eğer öyleyse, nasıl olup da siyaset halkın çıkarlarını görmemesinin ve kendi celladına aşık olmasının bir türüne dönüşür?

Gariplik Kurak Günler‘in kasabasında mıdır? Yoksa insanlık ve toplum mu bir çelişki içerisindedir?

Akıl, ilkeler ve duygular

Spinoza siyaseti, birlikte daha iyi ve harmoni içerisinde yaşamanın ve toplumdaki insanların güçlerini geliştirmesinin bilgisi olarak ele alır. Fakat bizim örneğimizde siyaset, toplumun gönüllü olarak kendi zararına olanı seçmesinin bir yoluna dönüşüyor.

Neden köleliği seçiyoruz? Neden siyaseti akıl ve ilkeler ışığında değil, duygular ışığında yapıyor ve köleliği seçiyoruz? Kurak Günler‘in kasabalısı neden obrukların yaratıcılarına değil, konuyu araştıran muhaliflere ve kamu görevlilerine öfke duyar?

Spinoza bu durumu, insanların tutku ve duygulanımlarına bağımlılığı ile açıklar. Duygular, insan denen çoklugun bir dönüşümüdür bu teoriye göre. İnsanlar geliştiklerinde sevgi ve sevinç, zayıfladıklarında ise öfke ve hınç duyarlar.

İnsanların gelişmeleri, duyguların ve tutkuların köleliğinden kurtulmalarını doğurur. Akılcı insan özgür, açık, sevinçli ve iyidir. Köle ise hınç dolu, bağımlı, kötücül ve baskıcıdır.

Kasabanın eleştiri değil linci, ilke değil tutuculuk ve öteki nefretini secen kitleleri bu teoriyi örneklemez mi? Kurak Günler‘i aşalım. Günümüz siyasetinin nefret, tarafgirlik ve rövanş kokan ortamı, bu durumu örneklemiyor mu?

Yozlaşma nerede?

Öyleyse Spinozacı perspektiften şu soruyu sorabiliriz: Günümüzde insan mı, kültür mü, toplum mu yozlaşıyor? İktidar mı bireyi yozlaştırıyor, yoksa birey mı yozlaşmayı seçiyor?

Yozlaşmanın tüm ölçekleri kat ettiği ve tüm seviyelerde birer müttefik bulduğu rahatlıkla söylenebilir. Burada önemli nokta, bozuk sistemin bireyi kolaylıkla kendisine benzetebilmesidir. Ne de olsa insan konforu ve duyguların cazibesini rahatlıkla seçer.

Çünkü kolay olan, kendi arzunu takip etmek ve evrensel ilkeyi suistimal etmektir. Allah en güçlü ise neden bizden yana olmasın? Ahlak en büyük yasa ise neden bize hizmet etmesin? Ve bu araçları kullanarak ötekisi yok etmeyi neden istemeyelim?

İnsan tutkunlarının kölesi olduğu ve özgürleşemediği sürece bu şemanın içinden çıkamaz. Çünkü kolay olan herkesi kendine çeker, ucuz, kısa vadede kolay ve cazibelidir. Obruk ise bizi yok etmek için hazırda bekler.

Türkiye’nin Kurak Günler’i

Ülkemiz siyasetinde rahatlıkla okuduğumuz popülizm, duygusal manipülasyon ve linç kültürünün, tam da Kurak Günler‘in eleştirisini ışıtıyor.

Depremi bir kader olmanın ötesinde ele alabildik mi? Yıkılan binlerce binada imzası olan kamu görevlileri, müteahhit ve mimarlar soruşturulabildi mi? İmar affı gibi yasaları çıkarıp kent suçlarına ortak olanlar ve depreme günler sonra bile müdahale edemeyenler cezalarını çekti mi?

Fakirleşme ve enflasyonu, bir suç olarak ele alabildik mi? Kötü yönetimin faturasını, yetersiz beslenen çocukların çekmesi adil değilken, bu durumu bir sorun haline getirebiliyor muyuz? Ekonominin kötü gidişatı neden iktidara olan bağlılığı sorgulatan ve sarsan bir etken haline gelemiyor?

İlkeler ve ortaklıklar üzerine düşüneceğimize, neden nefret diline yaslanıyoruz siyasi alanda? Neden geleceğimizin kararması pahasına, baba figürüne dönüştürdüğümüz siyasileri intikamcımız haline getiriyoruz?

Öteki kaybettiğinde ve küçük düştüğünde ne kazanacağız? Neden hınç duygusuna bu kadar açız?

Siyaset ile eleştirel ve akli bakışı neden bir arada kuramıyoruz? Neden siyaseti taraftarlık ve kimlik üzerinden düşünmek zorundayız?

Tüm bu sorular, hem Spinoza felsefesi, hem de Kurak Günler ışığında yeniden ele alınıp tartışılmaya muhtaç. Bu sorunları aşabilecek miyiz, yoksa bu bataklıkta mi sürecek yaşamlarımız, bilmiyoruz. Emin olduğumuz, hepimizin değişmeye ve iyileşmeye ihtiyacımızın olduğu. Hem kişisel olarak, hem de toplumsal olarak.

Tüm bu soruları konuşturduğu için, Kurak Günler‘in iyi bir film olduğunu düşünüyorum. Ülkemiz ve dünya ile ilgili iyi sorular bırakıyor Kurak Günler.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com’da Blog Oluşturun.

%d blogcu bunu beğendi: