Siyasal mitler neden güçleniyor?

Günümüzde Türkiye gibi popülist siyasetin egemen olduğu ülkelerde, modern siyasal mitlerin giderek güçlendiğini görüyoruz. Komplo teorileri, yabancı nefreti, ırkçılık gibi çeşitli versiyonlar alabilen modern mitler, günümüz toplumunda neden güçleniyor? Ve mitler yeniden güç kazanıyorsa, uygarlığımızın durumu hakkında ne düşünmeliyiz?

Mitler hangi psiko-sosyal ve kültürel mekanizmalardan doğar? Mit ile rüya arasındaki benzerlik neden önemli? Ve eğer rüyalar, insanın psikopatolojisine ve gerçekleşmeyen arzularına dayanıyorsa, mitlerin de halkın çocuksu yönlerine ve bastırılmış arzularına denk düştüğü söylenebilir mi?

Modern mitlerin günümüz toplumunda yerini tespit ettikten sonra, şu soru ortaya çıkar: Biz bu mitlerle ne yapacağız? Başka Canavarlar yaratıp kötücül mitleri yok etmek zorunda mıyız? Yoksa insanın modern mitolojiye ihtiyaç durmayacağı dünyayı mı yaratmalıyız?

Belki de mitler her zaman bir parçamız olacak. Ama onlara kanepemizde kitap okurken ya da hikaye anlatırken ihtiyaç duymalıyız. Siyasi arenada değil. Öyleyse şunu da sorabiliriz: modern mitler neden siyasal popülist söylemlerin onur konuğu haline geldi?

Siyasal mitoloji neden güçleniyor?

Mit, bir halkın çocuksu ruhsal yaşamından kalan bir parçadır, rüya ise bireyin mitidir.

Rüya ve Mit, Karl Abraham, arka kapak

Rüya ve mitler

Mitoloji insanlığın şafağında ürettiği masallar ve hikayeler bütünüdür. Mitolojinin kaynağına ilişkin pek çok teori söz konusu. Bu tartışmalar geniş olsa da, kesin olan mitlerin insanların ve halkların arzularıyla ilişkili olduğudur.

Rüya ve mitin benzerliği de budur. Rüyada, kişinin bastırılmış arzuları işler. Mitte ise bir halkın bastırılmış arzuları ve psikososyal mekanizmalar işliyor. Yani mit, bir halkın bilinçaltı mekanizmalarının açığa çıktığı bir alan olabilir.

… kendi bakış açıma göre Freud’un rüyalarla ilgili öğretilerine uygun olarak şöyle bir açıklama yapabilirim: Mit, halkın çocukluk ruhunun bastırılmış yaşamının bir parçasıdır. Bu, halkın çocukluk arzularını (üstü kapalı bir şekilde) içerir.

Rüya ve Mit, Karl Abraham, s.50

Modern mitlerde de aynı mekanizmalar yürürlükte olabilir. O halde günümüz Türkiyesi’nde hakim olan modern siyasal mitolojinin altında, bastırılmış arzu ve güçlü hayal kırıklıkları olabilir. Günümüz Türkiyesi’nde siyasal mitler neden yükseliyor sorusunu bir de bu bağlamda soralım.

Modern mitler ve kaynakları

Günümüzde ortaya çıkan siyasal mitleri ya da siyasal arenada kullanılmak üzere canlandırılan mitlerin kaynakları hakkında neler tahmin edebiliriz? Siyasal mitler neden yükseliyor? Politika nasıl masal karakterlerinin alanı haline gelir?

Toplumsal görkemlilik kompleksi ve miti

Hepimiz, kendisini Napolyon ya da Cesar sanan delilerin hikayesini duymuştur. Benzer bir delirmeyi, Leyla ile Mecnun dizisinde kendisini hayali bir ülkenin kralı sanan karekterde görürüz. Karekter, kızının ölümüne katlanamamış ve kendisinin kralı olduğu hayali bir ülkede yaşamaya başlamıştı.

Kişinin kendisini yüce bir kral ve önemli bir insan olarak gördüğü psikopatolojik duruma, görkemlilik kompleksi adı verilir. Bu kompleks, çocukluk dönemindeki gündüz düşlerine benzer. Çocuk egoistlik ve dünyanın merkezi olmak ister. Tam da bu isteğini gerçekleştirmek için, kendisinin kral ya da prens olduğu oyunlar kurar ve oynar.

Aynı kompleks, bir halkın çocukluk döneminde de görülür. Bir kültür, gelişim dönemi içerisinde yaşadığı zorluklara, kendisinin seçilmiş ya da üstüne halk olduğu fantezisi ile katlanabilir. Bu mit, her halkın tarihinde izler bırakır.

Bu mitin, halkın tanrısal bir soydan gelmesi şeklinde bir tezahürü de vardır. Örneğin İsrailoğullarının seçilmiş halk olması ve peygamberlerin onlara verilmesi, Kıpçak beyinin yaşam ağacında doğması, Oğuz kağanın ikinci karısını bir ağaçta bulması ve o kutsal kadınla soyunu çoğaltması, Mısır kültüründe ülke kurucunun tanrı olması gibi…

Bu mitler, kültürlerin oluşum döneminde yaşadığı hayal kırıklığı ve facialara karşı psikolojik ve sosyal dayanıklılığını arttırmıştı belki de. Ama bugün, bilim her alanda yardımınıza koşarken bunlara ihtiyacımız yok diye düşünebiliriz. Yine de hemen emin olmayalım, belki de yeni ihtiyaçlar icat edeceğiz.

Görkemlilik kompleksimizin Türkiye’de güç kazanmış olması, ülkemizin geleceğinin giderek kötüleşmesi ile nasıl ele ele gidebildi? En mantıklı açıklama, yıkım karşısında fantastik bir geçmişten doğan nostalji hissine ve uykuya teslim olmaktır.

Niçe’nin “Tarihin yararları ve zararları üzerine” yazısında belirttiği üzere, bazen tarihe gerçekten ve gelecekten kaçmak için sığınırız. Bugünkü “Türkiye Yüzyılı Başlıyor” sloganını başka nasıl açıklayabiliriz?

Geçmişimiz görkemli olduğu için geleceğimiz de görkemli olacak der Türk İslamcı. Oysa o geçmişin görkemi diye bir şey varsa, onun dönemin bilimini ve aklını yakalamaktan geçtiğini söylemez. Çünkü kısa ve duygusal cümleler çok daha tatlıdır.

İslamcı nostaljik görkemlilik kompleksinin davet ettiği aslında ölümdür. (Heidegger’in birlikte-ölüme-doğru-varlığı) Çünkü duygularla hareket edip, adalet ve akıl yerine hikayeleri toplumun rehberi yaparsak, varacağımız yer uçurumdur. Uçuruma gidenler otobüste, tezahürat yaparak marş söylemek ya da son duanı etmek arasında fark yoktur çünkü.

Tarih ve mit

Levi Strauss, Mit ve Anlam’da, mitolojinin nerede bittiğini ve tarihin nerede başladığını sorgular. Özellikle eski amerikan yerlileri gibi ortadan kaybolmaktan olan toplumlarda, yeterli kayıt olmadığından mitlerin tarihin yerini ve işlevini aldığını görürüz.

Kendi toplumlarımızda tarihin mitolojinin yerini aldığına ve onunla aynı fonksiyonu gördüğüne; yazısız ve belgesiz toplumlar içinse mitolojinin amacının, geleceğin, şimdiye ve geçmişe mümkün mertebe yakından bağlı kalmasını güvence altına almak olduğuna inanmaktan hiç vazgeçmedim.

Mit ve Anlam, Levi Strauss, s.75

Fakat mit ile tarihin arasındaki tek ilişki, bilimsellik değildir. Strauss, mitin arzu ve anlamla kurduğu ilişkinin bir benzerinin, tarih yazımında da sürüyor olabileceğine ilişkin bizi uyarır. Çünkü her halk, tarihin sınırındaki bir kuruluş mitine sahiptir ve bu bakış açısına göre tarihi yorumlamak eğilimindedir.

Tarih her ne kadar bilimsel olma iddiasında ve çabasında olsa da, ilkelerin seçimi, kaynakların seçimi ve yorumlanması, bilimsel fonların kontrolü gibi bağlarlar sebebiyle hiçbir zaman hiçbir yerden bakış noktasına ulaşamaz. İşte bu nokta, tarihin bilimselliğinin tartışma konusu olduğu noktadır.

Ayrıca insanlık, tarihin bilimsel olmamasını da ister ve buna yol açacak şekilde tarihi de çarpıtır. Çünkü kimlik, doğası gereği irrasyonel kaynaklara dayanır. Her halk, kendisine mitsel bir tarihsel kaynak yaratır.

Halkların mitsel tarihçeler yaratması, birleştirici olması bakımından aslında faydacı ve pragmatisttir. Ancak halkın bastırılmış arzuları karmaşıklaştığında ve bastırma güçlendiğinde, bu mitsel kaynağın ilüzyonu sarhoş edici bir hal alır.

Tarihsel kompleksleri olan ve kültürel ideallerini kaybetmiş bir halk, tarihi huzurlu bir ölüme kavuşacağı bataklık haline getirir. Ölüme doğru giden her canlı gibi, Halk da hem kendisi hem de etrafındakiler için tehlikeli hale gelir.

Günümüz Türkiyesi’ndeki Osmanlı nostaljisi de bu durumu örnekler. Yeşil kuşak projesinin Suudi-Abd finansmanını gazı, 80 darbesinin travması ve üst sınıfların toplumu belleksizleştirme projesi; halkımızı postmodern bir hücreye hapsetti.

Geçmişi, tarihi, eski kültürü eleştirel düşüncenin nesnesi yapamamak demektir bu. Ötesinde: Onunla oynayanları, onu tahrif edenleri, onu eleştirmeye kalkanları bizden saymamak, otantik bizin içinden atarak kolektifi yeniden ürettiğimiz geleneklerin ışığında yeniden kurmak demektir.

Düşünceyi Savunmak: Masao Maruyama, Japonya ve Biz (Yeterince Otantik Değilsiniz Padişahım), Dilek Zaptçıoğlu, s.56

Bir mitin içerisinde yaşayan Ortaçağ insanı için, hem tarih hem de dünya onun arzularının etrafında döner. Sistematik olarak geleceksizleştirilen, geleceğine ipotek koyulan ya da sosyal yardım ve iktidar aygıtına bağımlı kılınan insan, akli dengesini yitirmemek için hayali Canavarlar hayal eder. İyi ve kötü canavarların savaşı, aklı dışarıda bırakır.

Günah keçisi miti ve siyaset

Günah keçisi deyimi, toplum içerisinde bir kişinin seçilerek herkesin hatalarının ve suçlarının ona yüklenmesi manasına gelir. Ve kültürel alanda uygulaması bu deyim ile sınırlı kalmaz. Siyasal alana da sirayet etmiş bu fenomenin, insanlık tarihinde köklü bir geçmişi olmasıyla daha ilginçtir.

Bu fenomenin siyasal alanda uygulamalarına aşinayız. Örnek olarak 20 yıl ülkeyi yöneten bir partinin, ülkenin olumsuz gidişatı ile ilgili muhalefeti suçlaması verilebilir. Yahut herhangi bir siyasi partinin, büyük komploların müsebbibi olarak yahudiler, sekülerler, kürtler, lgbti’ler gibi etnik, ideolojik vs. grupları suçlaması örnek olarak gösterilebilir.

Almanyada gerçekleşen holocoust da yahudilerin günah keçisi haline getirilmesinden kaynaklanmadı mi? Ülkemizde yaşanan göçmen olayının, yabancı düşmanlığına dönüşmesi de buna benzer. Evet, ülkesinde milyonlarca göçmenin olmasına karşı çıkabilir insan, ama ekonominin kötü gidişatından kapitalizmi değil göçmenleri suçlamak bir günah keçisi aramaktır.

Asıl ilginç olansa günah keçisi ritüellerinin insanlık tarihinde önemli bir rol oynamış olmasıdır. Frazer, Günah Keçisi kitabında, antik insanların bazen doğal afet gibi kötülükleri bir tanrıya atfedip o tanrıyı öldürdüklerini, benzer şekilde hastalık gibi kötülükleri nesne ya da hayvanlara aktararak onlardan kurtulmaya çalıştıklarını anlatır. (Günah Keçisi, s.9-10)

Ancak kötülüğün nesnelere aktarılması sadece bir başlangıçtır. Bazı durumlarda hastalık gibi kötülükleri, bir düşmana aktarılmak üzere bir nesneye depolanır. Örneğin hastalığın ona ilk dokunacak kişiye aktarılmaktadır üzere bir saksı çiçeğin aktarılması gibi. (s.14) Burda amaç hastalığı bir yabancıya bulaştırmak hastayı kurtarmaktır.

Günahların ve kötülüklerin doğrudan insanlara aktarıldığı daha doğrudan örnekler de vardır. Frazer, bazı topluluklarda günahların sembolik olarak bir kişiye aktarıldığı törenlerden bahseder. Bu kişi baze suçlular arasından seçilirdi. Kabile vicdanlarının yüklerinden kurtulmak için, bir üyeyi seçip kurban ediyordu belki de.

Manipur’da yılları saymak için ilginç bir isimlendirme sistemi kullanılırdı. Her yıla bir kişinin adı verilir ve o yılın bütün iyi veya kötü olaylarının sorumluluğu onun sırtına yüklenirdi. Yıl iyi geçer, herhangi bir salgın çıkmaz ve hasat iyi olursa o kişi halk tarafından armağan yağmuruna tutulurdu. Buna karşılık, 1898 yılında yaşanan şiddetli kolera salgınının ardından bir heyet siyasi temsilciye giderek o yıla ismine veren kişinin cezalandırılmasını istemişti, zira salgından o sorumluydu.

Günah Keçisi, Frazer, s.44

Bu antik örneklerle, günümüz siyasal alanında günah keçisi yaratma fenomeni arasında bir benzerlik olduğunu söyleyebiliriz. Siyasal popülizmin kitle psikolojisi ve mitsel düşünüşü de bu benzerliği uygun kanımca.

Kapitalizmin kültürel mitleri istismarı

Konunun bir diğer bağlamı ise, kapitalizmin ve sermayenin, işçi sınıfını ve geniş halk kitlelerini uysallaştıracak mitleri ve duygulanımları fonlamasıdır. Bu istismar öyle bir hal alır ki, kültürel bir ideali düşman bir sınıfın çıkarı için ölümüne savunan kitleleri gözlemleriz.

Aşkınlığın, doğanın ve bilinçdışının son kaynaklarının da topyekün metalaştırıldığı ve sömürüldüğü bir çağda direnişi düşünmek zorundayız.

Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı, Frederic Jameson

Bu durum, kapitalizmin boş zaman savaşını kazanmasına dayanır. İşçi sınıfı, emek saatleri dışarısında kalan zamanını da, TV ve sosyal medya gibi kapitalist değer üretim tekniklerine maruz kalır. Dahası, gösteri toplumunun durumu gereği, asli değer, gösteriye katılma durumu olmuştur.

Gösteriye nasıl katılırız? Sistemin ürettiği kültürel metaları ve metaları edinerek ve bunların değer ve ilkelerini benimseyerek. Yani emekçiler, sadece çalışma saatleri içerisinde değil, dışarısında da sömürülmektedir.

Gösteri, bugün 1970’lerdeki teknikleri kullanmıyor. Artık her kültürel sınıfın, kendi paketlenebilir ve metalaştırılabilir değerini savunma imkanı var. Bugün köyümüze Sarı Mercedesle dönmek zorunda değiliz, artık Togg ile siyasal islamcı bir fütürizmi satın alma şansımız var.

Otomobilden televizyona kadar, gösteri sisteminin seçtiği bütün mallar aynı zamanda yalnız kalabalıkların tecrit koşullarını sürekli olarak güçlendirmek üzere sistemin kullandığı silahlardır.

Gösteri Toplumu, Guy Debord, s.44

Google’da birkaç Atatürk aratması yaptıktan sonra, Atatürk baskılı tişörtler karşımıza düşmeye başlayıveriyor. Dahası, kapitalizmin sunduğu otantiklik ilüzyonu, hepimizi kimliklerimizi metalaştırmaya itiyor. Bu yerelleşme ve çoğullaşma, sermayenin ideolojisine tabiyet gibi bir ortak payda sunduğundan, aslında çokluk artmıyor, azalıyor. Çünkü yaratım, böyle bir tabiyetin sınırlarında mümkün olmayacağından, artık her kültür üyesine sadece kolaj yapma şansı sunuluyor.

En nihayetinde, geç kapitalizmin özgürlük ve rasyonalleşme değil, konfor ve miti önerdiğini görüyoruz. (En azından bizimki gibi çevre ülkelerde kesinlikle durum bu.) Kültürün yozlaşması ve çürümesi bu durumda şaşırtıcı değil. Çünkü kültürün gelişip serpilmesi, özgürce gelişmesi ve kendine dönmesi ile mümkün olur ancak.

Sonuç: Hayal kırıklıkları ve siyasal mitlerin yükselişi

İddiamı açıkça formüle etmeye çalışayım: Toplumumuzun yaşadığı hayal kırıklığı ve umutsuzluğun, modern siyasal mitolojinin yükselişinde çok güçlü bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Eğer mitlerin kaynağında arzu ve toplumsal bilinçdışı işlerlikteyse, bu sonuca varmamızda bir sakınca yoktur. Ne de olsa Freud’un teorisinde, kişiyi nevroza götüren en önemli etkenlerin başında hayal kırıklığı (frustrasyon) gelir.

Peki bu durumla nasıl baş edebiliriz? Mesele hayal kırıklığı yaşamamak mıdır? Bunu söyleyemeyiz. Çünkü yaşamak, hayal kırıklığına uğramaktır. İnsanın pek çok arzusu tatmin olmaz ve olmamalıdır. Önemli olan hayal kırıklıkları ile nasıl baş ettiğimiz.

Halklar da, hayal kırıklıkları ve yıkımlarla nasıl baş edeceğini seçmek zorunda. Yozlaşma, tatlı masallar ve ölümü seçmek ile mücadele ve aklı seçmek başka şeylerdir. Öyleyse sorumuz değişir. Mitlerin yükseldiği, ölümün kurtuluş haline geldiği çıkmışsız bir tarihsel durumda, toplum mücadele ve aklı seçmeye nasıl ikna edilebilir?

Neoliberal iktisat ile eleştirel düşünce birbirini dışlıyor. Onun içindir ki ”Batılı” iktidarlar günümüzdee Batı-dışı ülkelerde eleştirel düşüncede değil dini inançta temellenmiş iktidarlarla ortak çalışmayı tercih ediyor.

Düşünceyi Savunmak: Masao Maruyama, Japonya ve Biz (Yeterince Otantik Değilsiniz Padişahım), Dilek Zaptçıoğlu, s.53

Ya da halkın duygularıyla seçebileceği ”doğru” mitleri mi yaratmaya çalışmalıyız? (Ne de olsa insan hikaye olmadan yaşayamaz.) Bunu yapmaya çalışacaksak hangi kültürel araçları kullanacağız?

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com’da Blog Oluşturun.

%d blogcu bunu beğendi: