Yazar Anıl Salar

Lisans: İTÜ Mimarlık Fakültesi, Mimarlık bölümü

Yüksek lisans: YTÜ Felsefe Bölümü, Felsefe tezli yüksek lisans programı

Yüksek lisans tezi: Husserl Fenomenolojisinde Yaşam Dünyasının kavranmasında bilimsel bakış açısının sınırlılığı

İsmim Anıl Salar. Mimarım. (Şuradan about.me profilime ulaşabilirsiniz.) Şu anda araştırmalarımın önemli bir kısmını bu sitede, ‘alçak kültür‘ de paylaşıyorum. Bu sayfada kişisel özgeçmişime ilişkin bilgileri bulabilirsiniz.

Kendimi bildim bileli araştırmayı ve düşünmeyi sevdim. El yordamıyla da olsa, kişisel araştırma sürecimi ilerletebildiğim kadar sürdürmeye çalışıyorum. Ne de olsa düşünmek, yaşamak için elzem ve sürekli bir uğraş. Sokrates’in söylediği gibi, sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez.

Okuma ve araştırmaya ilgim, sanıyorum annemin bana okuma alışkanlığı kazandırması ile başladı. Babam memur olduğu için Ankara, Diyarbakır, Manisa gibi çeşitli illerde geçirdim çocukluğumu. 1990’lı yıllar ve 2000’lerin başlarında hala çocuklar sokakta oyun oynardı. Bu yıllardan en çok hatırladığım bu oyunlar ve annemin beni götürdüğü kitapçılar.

Lise yıllarımda İzmir Atatürk Lisesi‘nde yatılı öğrenciydim. Bira içmeyi ve devrimci politik görüşleri burada tanıdım. Lisemin bana bir diğer katkısı ise, edebiyat sevgisi oldu. O yıllarda İzmir Atatürk Lisesi’nin çok zengin bir öğretmen kadrosu olmasa ve iktidar ve uşakları okulda çoktan kadrolaşmış olsa da, çok nitelikli bir öğrenci kitlesi vardı. Az sayıda da olsa aydın öğretmenler, bu öğrencilerin içindeki kıvılcımı uyandırabiliyorlardı. Yatakhanede, sınıfta ya da okul bahçesinde sık sık edebiyat ve şiir üzerine tartıştığımızı, şiir dinletisi gibi etkinlikler organize ettiğimizi hatırlıyorum.

Üniversite’de tercihim, araştırma ve tasarıma yönelik yeni yeni uyanmaya başlayan ilgim doğrultusunda, mimarlık oldu. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ne, Taşkışla’ya kayıt oldum. Bu yıllarda fark ettim ki tasarımsal düşünüş ve mimari yaratıcılık, benim araştırmalarımın doğal bir uzantısı niteliğindeydi. İlerleyen yıllarda bunun kaba bir tespit olduğunu ve yolun devamında çok fazla yol ayrımı ile karşılaşacağımı fark edecektim.

2009-2014 yıllarında, İTÜ Mimarlık Fakültesi hala piyasa mimarlık anlayışına teslim olmamıştı ve dünya standartlarında yaratıcı ve zihin açıcı bir tasarım eğitiminin verildiği bir yerdi. Oruç Çakmaklı, Ferhan Yürekli, Ayşe Şentürer, Semra Aydınlı gibi kıymetli hocalarımız hala okuldan ayrılmamışlardı. Ayrıca birinci sınıf tasarım eğitimimizi de Sevgi Türkkan, Burçin Kürtüncü, Deniz Aslan, Ozan Avcı, Zeynep Ataş, Nizam Onur Sönmez, Funda Uz gibi çok kaliteli hocalardan almıştık. Bu dönemde özellikle tasarım eğitimimizin ilk yılları, mimari detaylardansa genel tasarım ilkelerinin tartışılmasına ayrılmıştı.

2014 yılında mezun olmamın ardından, iş hayatının fırtınalı dünyasına daldım. Romantik ve hayalci bir yapım olduğundan, ilk yıllarda piyasada çok zorlandığımı hatırlıyorum. Ama bir şekilde piyasada tutunmuştum. Bu süreçte bir mimarın ilk yılları için çok fazla ve çok çeşitli yerlerde çalıştım. Mimarlık ofislerinden, Eyüp’teki bir cephe mantolama firmasına, oradan şantiyelere ve müteahhitllik firmalarına, sonra tekrar mimarlık ve iç mimarlık ofislerine uzandı yolum. Bu süreçte hem mesleğin farklı yönlerini deneyimlediğim için şanslıydım, hem de çok fazla insan tanıdığım için.

Mesleğimi 2-3 sene yaptıktan sonra, yeniden kendimi sorgulamaya başlamıştım. Hayatta ne yapmak istiyordum? Sadece başarılı ya da ünlü bir mimar olmaya, ya da zengin olmaya mı çalışacaktım? Yoksa araştırmalarıma devam edecek miydim? Bunu istiyorsam nasıl yapabilirdim?

Üstelik sorularımın hepsi bunlar da değildi, bir kısmı daha da soyuttu. Neden yaşıyorduk? Hayatın bir anlamı ya da amacı var mıydı? Bu dönemde dinin ve tarihselciliğin bu sorularıma yanıt verip veremeyeceğini de incelemiş, çok geçici yanıtlar bulsam da en azından kendim için doyum sağlayamamış ve arayışlarımı sürdürmeye karar vermiştim.

Bu yıllarda öykü ve deneme yazmaya çalışıyordum, hatta deneme ve öykü arasında kendi tarzımda deneysel bir tür geliştirdim. 2016’dan itibaren bazı edebiyat dergileri ve fanzinlerde yazılarım yayınlandı. (Çün dergisi, Nepal fanzin gibi.) Ayrıca bazı edebiyat ya da yazı yarışmalarında ödüller kazanmıştım.

Fakat bu küçük çabalarla, hızlı ilerleyemiyordum. Bu yüzden 2017 senesine doğru daha büyük adımlar atmaya karar vermiştim. Bu yıllarda sosyal bir bölümde yüksek lisans yapma kararı aldım. O günlere kadar çok karışık okuduğumdan ve genel olarak dağınık bir yapım olduğundan, hangi bölümün bana uygun olduğundan bile emin değildim. Fakat felsefe bana uygun gibi görünüyordu.

2017-2021 yılları arasında Yıldız Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde felsefe tezli yüksek lisans programınına başladım. Okulu iş hayatıyla birlikte götürebilmek için uzattım ve her yıl az sayıda ders aldım. Tez döneminde ise daha rahat bir işe geçmiştim, bir süre küçük bir şantiyeyi yönetmiş, bir süre ise freelance çalışmıştım. Hatta bu dönem birkaç arkadaşımla mimarlık ofisi açma denememiz oldu. Birkaç iş almış ama sürdürememiştik.

Ayrıca bu dönemde, Taksim’deki Özgür Üniversite’de Erkut Sezgin‘in felsefe derslerini takip ediyordum. Kendisi benim düşünsel perspektifimi ve yaşama ilişkin anlayışımı çok önemli ölçüde zenginleştirmişti. Fakat ilerleyen dönemde düşünsel olarak bazı farklı yönelimler içeisine girdiğimden, bu tartışma ortamını da terk etmek durumunda kaldım.

2021 senesinde, Husserl Fenomenolojisi üzerine tezimi tamamladıktan sonra, yoğun iş hayatına yeniden döndüm. Bugün dahil olduğum en iyi ve yaratıcı mimarlık ofislerinden birisinde çalışıyor ve meslek hayatımı sürdürüyorum. Tez sürecinin ardından araştırmalarımı ise bireysel ölçeğe düşürdüm ve tek başıma sürdürüyorum.

Bir süre araştırmalarım ve üretimlerini paylaşmak için bu mecrayı kullanacağım. Tabii mesleğimin ve özel sektörün uzun çalışma saatlerinin izin verdiği ölçüde 🙂 Hayatta neredeyim, ne yapıyorum, ne ile yaşıyorum gibi soruları ise hala her gün kendime soruyorum 🙂 üstelik bu sorgulamaların sıklığı sürekli artıyor. hayırlısı diyelim. Bu sorulara yaşamımızla vereceğimiz karşılıklar önemli diye düşünüyorum. Burada üreteceğimiz düşünceler ise bu yaşama bir hazırlık olabilir ancak.

Peki bir gelecek ve “Yaşam” için yeterince hazır olabilecek miyiz? Emin değilim. Biraz daha hazır olsak yeter belki de. Güneş doğduğunda onun güzelliğini takdir edebilsek… Ara sıra bir şey yaratmanın tadını duyumsayabilsek ve bu yolda çaba harcayabilsek… Yanlız başına mı öleceğim, yaşam anlamsız mı, değersiz miyim gibi soruları kendimize sormadığımız uzun bir günü bitirebilsek…

En azından elimizden geleni yapmaya çalışacağız / çalışıyoruz / çalışmaya çalışıyoruz

Öğrencilik yıllarında tuttuğum tumblr bloğuma şuradan ulaşabilirsiniz. Daha sonraki yıllarda bazı kayıtları düştüğüm bloğum ise şurada.

Kişisel çalışma tarihçem.

Neleri araştırıyorum?

Bu aslında şu soru ile hemen hemen aynı: Neler üzerine düşünüyorum? Tabii bu sorunun bir de hikayesi var: Neler üzerine düşündüm? Bir de ister istemez projesi: Neler üzerine düşüneceğim?

Eskiden ”insanlık hali” diye kısaca cevap verirdim bu soruya. Şimdi bu isim tamlamasının anlamını pek yakalayamıyorum. Şöyle demek daha doğru: İnsanların kendi hikayelerini nasıl kurdukları ve anlamlandırdıkları üzerine düşünmeye çalışıyorum. Peki neden bunu yapmak istiyorum?

Yolculuğuma ”İnsan nedir” sorusu ile başladım. Aynı isimli Mark Twain’in ilginç bir kitabı var. Şimdi pek hatırlamıyorum ne anlattığını. Ama insanı bir makine gibi tasvir ediyordu. O zaman beni çok şaşırtmıştı. Şimdi pek şaşırtmıyor. İnsan hikayeler kuran bir makine olabilir.

Sonra ”İnsan nedir” sorusu sürekli değişti. Aslında varoluşsal bir öz-sorgulama içindeydim. Bu arayışıma verdiğim cevap bir dönem din ve tasavvuf oldu. (Dücane Cündioğlu) Sonra tarihselci cevapları inceledim. (İhsan Fazlıoğlu) Antropoloji ve kültür girdi bir ara radarıma. (Kültür felsefesi) Sonra politika. (Marksizm) Sonra öznellik ve nesnellik üzerine cevapları inceledim. (Fenomenoloji) Derken varoluşçuluk (Heidegger, Sartre) ve tekrar politika. (Sartre, Karel Kosik ve sol Heideggercilik) Bu yolculuğun içinde hermeneutik de bir durak oldu. (Ricoeur ve Heidegger) Ve bu yolculuk hala devam ediyor.

Tüm bu okuma ve araştırmalarım esnasında, üretimlerim daha çok insanın gerçekliği nasıl kabul ettiği, kendisini ve onu nasıl anladığı gibi eksenlerde ilerledi. Hem varoluşçuluğun, hem hermenetuğin, hem de antropolojinin (farklı biçimlerde de olsa) ortaklaşacağı üzere; insan Kaygı ve eksiklik güdüsünü bazen mitoloji, bazen din, bazen sosyal medya, bazen cin hikayeleri, bazen kişisel gelişim hikayeleri… Türlü hikayelerle birlikte yaşadı, bu hikayelere sığındı ve onlarla güçlendi ya da zayıfladı.

Bugün bloğumda yayınladığım cin hikayeleri, beyaz yaka salvoları, politik mitoloji haline getirme yani siyasal politika gibi birbirinden farklı alanlardaki yazıların ortak noktası bu aslında. Bu çalışmalarda, insanlık hali / durumu diyeceğimiz şeyi sosyal yapı ve kültür topografyasında ama tarihsel ve politik gerçekliği içerisinde incelemeye çalışıyorum.

Bu çaba, bazı açılardan gittikçe inceliyor ve başarılı hale geliyor. Bazı handikapları da olduğu su götürmez. Tabii bunun yanında bazı yan metinler ya da kişisel tarihçeme ilişkin paylaşımlarım da oluyor. Ne de olsa bu blog da benim maceram yani benim hikayem. Umarım bazı yeni bakış açıları üretmeyi başarabiliriz burada.

Neden alçak kültür?

Yaklaşık iki yıldır bloğu zaman zaman araştırmalarımı paylaşmak, zaman zaman kişisel tarihimle ilgili bazı notları düşmek için kullanıyorum. Bu notların kişisel olması aslında tarrtışmaya açık, çünkü kişisel bir bilgi içermiyorlar çoğu zaman. Daha çok bunların öznelliğe yakınsayan araştırmalar olduğunu söyleyebilirim.

Araştırma konularım, ilgi alanlarımdan yola çıktı. Felsefe, politika, paranormal hikayeler, mitler gibi geniş bir ilgi alanı bu. Bu alanlara ilişkin sorularımı ise, kendi tarzımda formüle etmeye çalıştım. Bu tarz, yüksek kültürün yani rafine bir düşünme ve araştırma tekniğinin araçları ile; çeşitli olay ya da durumların yaşam içindeki karşılıklarını sorgulamaktı.

Şöyle açıklayayım: Platon’un devletini tartışırken, Platon’un kendisi ve diğer felsefeciler felsefenin tekniği içerisinde kalsalar da, son derece somut bir konuyu tartışıyorlar. Soru şu: İnsanlar kendi ruhlarına ihtimam göstererek toplum içerisinde nasıl harmoni içerisinde yaşayabilirler? Bu sorunun gündelik hayattaki, 21. yüzyıl Türkiyesi’ndeki karşılığı ne peki? İşte ben bu soruyu sormak istiyorum. Örnek olarak Sokrates günümüz Türkiyesi’nde yaşasa almanyaya göç eder miydi? yazımı verebilirim.

Yahut mitleri ve mitlerin kaynaklarını antropolojik düzeyde incelerken neden cin hikayelerini tartışmayalım? Neden popülizmi incelerken işçilerin sokakta konuştuğu komplo terorilerini ele almayalım? Ben, yüksek kültürün araçlarının, tam da yaşama uygulandığında işlerliğinin arttığını düşünüyorum. Tam da bu yüzden, araştırmalarım bir süredir sözlü kültüre ve onun tezahür olanı olan alçak kültüre / alt kültüre doğru ilerliyor.

Alçak kültür deyince aklımıza gelen anahtar kelimeler ne peki? Popülizm, sözlü anlatı, hurafe, mit, komplo teorisi, inanç, anlam, dedikodu, arkadan konuşma, saklanma, gizlenme, yatay ile düşeyin bütünlüğü ve ayrılığı, kanon dışılık… Bu kelimelerin işaret ettiği alanın pek çok fırsat ve pek çok tehlike sunduğu ise ilk anda akla geliyor.

Bu bloğun ismini depresif baykuştan alçak kültür‘e çevirme sebebim bu. Şu günlerde kendimi ruhsal olarak güçlendirmeye çalışıyorum. Psikolojik terapi, yoga, meditasyon vs. gibi bir sağlıklılaşma süreci içerisindeyim ve iki yıl öncesine göre (bir buçuk yıl mıydı?) melankoli – depresyon ile daha az özdeşleşmeye çalışıyorum. Bu yüzden o ismi artık kullanmak istemiyorum. Üstelik bu yeni isim, araştırma yolculuğuma da daha iyi denk geliyor.

Yolculukla ilgili notları buraya koymaya devam edeceğim. Hepimize esenlikler.

Alçak kültür ile ilişkili sözlük

Burada, alçak kültür tartışması ile ilgili olan kavramları ele almak faydalı olabilir.

Hikaye

Hikaye, insanın bir olaylar dizgesini anlam ve değer ile sarıp sarmalamasıdır. Hikayelerle güler, eğlenir, üzülür, öğretir, düşünür, paylaşırız. Bir hikaye üzerinde düşünmek ya da çalışmayı her zaman önemli buldum. Çünkü muhakeme ve araştırma, sadece akılsaldır. Hikaye kurmak, bir hikaye üzerine düşünmek ya da mümkünse hikayesel bir düşünme içinde olmak ise; aklın yanında duyguları, hisleri, değerleri, vicdanı… ve daha bir çok insani bağlamı içerir.

Öylesine hikaye diye bir şey yoktur. Bir hikaye daima anlam yüklüdür, öbür türlü hikaye değil, basit bir olaylar dizisi sayılır. Bir sosyal bilincinin değer yargılarından bağımsız bir sosyoloji yaratma hayali mümkün olabilir, ama değer yargılarından bağımsız hikaye diye bir şey olamaz.

Anlatının Gücü, Robert Fulford, s.19

Mit

Mit, bir toplumun ve kültür havzasının, değer dünyasını ve bilinçaltını ilişkilendirdiği hikayeler ve inanışlar toplamıdır. Mitsel düşünce, felsefi düşünceden farklıdır. Dinsel, örtülü, simgesel, ezoterik ve gizemlidir.

Mit, Platon için genelde daha yüksek bir kavrayışın yerine kullanılan, birliği ve sürekliliği ileri süren, bu birlik ve sürekliliğin ifade bulduğu semboldür. Çoğu zaman hakikate giydirilmiş imgesel bir elbisedir, bu yüzden daha düşük bir seviyede icra edilen bir yaşamın mit içinde hareket etmesinde fayda vardır. Felsefe içinde yaşamak zor olabilir çünkü felsefe, yaşamın doğal akışına karşı asla bitmeyen bir mücadeledir. Fakat bunun içinde yaşayamayan ya da yaşamak istemeyenler uygun bir mit içinde yaşayabilirler.

Sorunsallıkta Yaşamak, Jan Patocka, s.35

Yine de mit insana, çok önemli bir şeyi, evreni anlayabileceği ve evreni anladığı ilüzyonunu verir. Bu elbette sadece bir ilüzyondur.

Mit ve Anlam, Levi Strauss, s.51

Mit, insanın haberi olmadan onun içerisinde düşünür.

Mit ve Anlam, Levi Strauss, s.39

Mitoloji

Mitsel ürün ve düşünüşü inceleyen araştırma alanı ve performansı.

O halde mitoloji, kurgusal bir zaman ve mekan öngörür. Eskiden yapılan sınıflandırmalarda olduğu gibi, insanın bir mitolojik çağının olup olmadığı tartışılır. Açıkçası, var olduğu su götürmez bir gerçektir; yine de bu çağın bittiği ve başka bir çağın başladığına yönelik ifadelerin yanlış olduğunu savunuyorum.

Türk Mitolojisinin Kısa Tarihi, Yaşar Çoruhlu, s.11

Mitte arzu kuramı

Bu kuram, mitlerin toplum ve kültür için işlevi ile, rüyanın insan için işlevi arasındaki benzerliği dayanır. Rüyanın, bastırılmış arzunun salınımı ve göstergesidir. Karl Abraham, mitolojiyi Freudcu analitik kuram ile çözümlediğimizde, mitin kökenindeki arzu gerçekleştirme mekanizmasını göreceğimizi iddia eder.

Mitlerin merkez noktasında halkın kendisi bulunur. Mitler yardımıyla arzularının gerçekleşmesini deneyimlerler.

Mit ve Rüya, Karl Abraham, s.91

Popüler kültür

Geniş halk kitlelerinin kullanımı ve tüketimi için oluşturulmuş / dönüştürülmüş kültürel uzay.

Hazlitt’e göre popüler kültür, müşteri beğenisinin buyruklari altında, yüksek kültürün yozlaşmasıyla oluşur.

Edebiyat, Popüler Kültür ve Toplum, Löwenthal, s.68

Popüler sanat

Popüler kültür ve tüketim için dönüştürülmüş bir sanat eseri ya da özel olarak hazırlanmış bir tğr eğlenti (entertainment) ürünü.

Schiller, okurun sadece rahatlama gereksinimini doyurmaya yönelik bir edebiyata sanat denilemeyeceğini söyler… Scott’un romanlarını, insan ruhu ile gerçek hayat arasındaki gerilimi göstermeyi başaramadıları, ölümsüzlüğü vurgulamak yerine duygulara hitap eden ve hoşa giden şeyler düzeyinde kaldıkları temelinde eleştirir.

Edebiyat, Popüler Kültür ve Toplum, Löwenthal, s.66

Sihirli değnek

Mitoloji ve fantastik hikayelerde büyü yapılmasında kullanılan yardımcı bir eleman. Bazı anlatılarda asanın, belirli bir usta tarafından, özel bir ağaçtan yapıldığı görülür. Örn. Harry Potter evreninde asalarin Bazı büyücülerin yaşam ağacının dalından yapılmış asa kullandığı anlatılırdı. Bazı hikayelerde ise, Musa peygamberin asasının, yaşam ağacının bizzat bir dalı olduğu ve insan yapımı olmadığı söylenir.

Natüralist bakış acılarının hala çok uzak olduğu dönemde üremeye muhtemelen büyü gibi bakılıyordu. Bu varsayıma büyük oranda destek verebiliriz. Mitolojide, mucizelerle vs. Her yerde sihirli değnek büyük öneme sahiptir. Sihirli derneğin erkek genitalinin simgesi olduğu şüphe götürmez.

Rüya ve Mit, Karl Abraham, s.81

Simgesel düşünce

İnsan kendi başarılarından kaçamaz. Kendi yaşamının koşullarını benimsemekten başka bir şey yapamaz. İnsan artık sadece fiziksel bir evrende değil, bir simgesel evrende de yaşamaktadır. Dil, mitos, sanat ve din bu evrenin parçalarıdır. Onlar simgesel ağı dokuyan değişik iplikler, insan yaşantısının karmaşık dokularıdır. İnsanın düşünce ve deney alanındaki tüm ilerlemesi bu ağı arındırır ve güçlendirir. Artık İnsan, gerçeklikle doğrudan doğruya karşılaşmaz, onu eskiden olduğu gibi yüz yüze göremez… İnsan nesnelerin kendileriyle uğraşacak yerde, bir anlamda sürekli olarak kendi kendiyle konuşmaktadır.

An Essay on Man: An Introduction to Philospojhy of Human Culture, Ernst Cassier, s.42

Yüksek sanat

Kültürün rafine ürünlerini kullanarak oluşturulmuş, belli bir eğitim ve beğeni seviyesine sahip sınırlı sayıdaki tüketiciye yönelik sanat eseri.

Goethe’nin sorusu şudur: Halk, gerçek sanatın gerektirdiği entelektüel çabayı sarf etmeye nasıl ikna edilebilir ve sanatçının kendisi bu süreci kolaylaştırmak için ne yapabilir?

Edebiyat, Popüler Kültür ve Toplum, Löwenthal, s.54

Gerçekçi sanat

Sanatta gerçekçiliği savunan akım.

Johnson şöyle sorar: “Çağdaş romancılar, acaba bir karakterin kınanması gereken nitelikleri ile örnek oluşturan niteliklerini birbirine fazla sık döküyor ve bu yüzden okuru erdem kadar kötülüğe de meyilli hale getiriyor olabilirler mi?”

Edebiyat, Popüler Kültür ve Toplum, Löwenthal, s.127

Tek tanrılı din

Büyük devrimler zamanla tek bir tanrının insanların babası olduğu inancını getirdiğinde -üreme anlamında değil ilgi gösteren baba anlamında- burada tekrar kökleri çocuklukta olan bir arzu fantezisi yer bulur. Bu, Prometheus’un Yunanlar için olan sevgisini “geleceği gören” olarak gösterdiği aynı arzu fantezisidir. İnsan, ilgi gösteren bir tanrı arzular, bu arzuyu göğe yansıtır. İşte orada, tüm insanlara ilgi gösteren bir baba olmalıdır.

Rüya ve Mitler, Karl Abraham, s.91

Yapısalcılık

Değişmez olanı veya yüzeydeki farklılıklar arasında değişmez unsurları araştıran yapısalcı yaklaşımda da bundan fazlası yoktur… Problem, olgular arasında müşterek olanı bulmaktır… Bilimin, indirgemeci ve yapısalcı olmak üzere iki işleyiş tarzı vardır. Bilim, öncelikle fenomenleri daha basit fenomenlere indirger… Daha basit fenomenlere indirgenemeyecek kadar kompleks fenomenlerle karşılaştığımızda ise, onlara sadece birbirleriyle ilişkilerine bakarak, yani ne türden bir orijinal sistem oluşturduklarını anlamaya çalışarak yaklaşabiliriz. Lunguistikte, antropolojide ve başka alanlarda yapmaya çalıştığımız şey tam da budur.

Mit ve Anlam, Levi Strauss, s.43

Çalışma alanlarım hakkında

Aşağıdaki diyagramın, çalışma alanlarımı kabaca ifade edebildiğini sanıyorum. Araştırma, hikaye etme ve varoluşsal derinliği koruma olarak bu alanın tamamını ifade etmeye çalışabilirim. Tabii ki her çalışmanın kendi doğası, bu alanları farklı oranlarda kapsıyor. Alçakkültür, farklı oranlarda bu üç fazı içermeye çalışıyor.