Dünyadaki şeylerin nasıllığına ve metafiziğe ilişkin aşırı merak duygusu, psikolojik sorun ve gerilimlerden kaynaklanıyor olabilir mi? Saplantılı bir zihin mi gereğinden fazla açıklama ister dünyadan? Yoksa dünya merak edilmeden durulamayacak kadar ilgi çekici midir?
Aşırı metafizik merak’ın patolojik olduğu rahatlıkla söylenebilir. Yine de saplantılı bir metafizik merak’ın, çocuk cinselliğindeki bazı nevrozlarla ve bastırmalar ile ilgili olması başka bir şeydir. İnsan, sonsuzluğa aç mı gerçekten, yoksa arzusunun ve saplantılarının kölesi mi?
Cinsel merak, zorlantı fenomeni alanında olağanüstü öneme sahiptir. Bu da sürekli şeylerin sebeplerini merak etme alanında geçerlidir. Bu tipteki hastalar, kendilerini tanrının ve dünyanın kökeni gibi metafizik sorularla veya dünyadaki herhangi bir o veya bu şeyin neden başka bir şey olmadığı ile meşgul ederler.
Mit ve Rüya, Karl Abraham
Karl Abraham bu notunda, çocuklukta tatmin edilmeyen cinsel merakın, nasıl saplantıya yol açabileceğine dikkat çeker. Abraham, bu saplantıya sahip insanların, metafizik konulara ya da fiziksel konulara ilişkin ileri ve yoğun merakı, çocuklukta tatmin edilmemiş arzu yerine ikame ettiklerini iddia eder.
… analiz çocukken fırsatını bulduğunda yatağını veya odasını paylaştığı kişileri teşhir etmeyi denediğini açığa çıkarttı. Bütün ilgisi genitaller ve kalça üzerine, çocuğun nereden geldiğine ve bundan önceki sürece odaklanmıştı… Bu nedenle nesnelerin arka tarafları ve köken süreçleriyle özellikle ilgilenmişti. Kayıtsız nesnelerin kökenleriyle ilgili düşünce, insanın kökeninde ilgili düşünce ile dengelenmişti… Büyüyen bütün çocukları ilgilendiren, bu vakadaki çocuğu ise anormal seviyede meşgul eden şey, antropologlar tarafından belirtilen, mitolojideki aynı temadır.
Rüya ve Mit, Karl Abraham, s.81
Yani merak dediğimiz şey, bir saplantı halini aldığında, sandığımız kadar masum ve entelektüel olmayabilir. Hepimiz yaşamaktan korkuyor ve kaçıyoruz elbette. (Farklı oranlarda.) Bu kaçış dürtüsünün farklı kaynaklarını incelemek bize bazı faydalar sağlayabilir. Bu örnek bağlamında, dünyanın ve metafizik boyutlarının yoğun şekilde merak edilmesinin ve araştırılmasının, bir tür kaçış olduğunu iddia edebiliriz.

Merak, thaumazein ve escapeizm
Ulus Baker’in de söylediği gibi, onu anlamak dünya ile kuracağımız temel ve tek ilişki biçimi değil. Bazen anlamamak ve onunla aramızdaki mesafeyi korumak daha bilgece olabilir. Bir belgeselde yaşamıyoruz.
Sürekli niçin diye soran insanlar, bir binanın önüne gelip rehberde onun yapılışının tarihini vb. okuma çabası içinde binayı görmeyen turistlere benzer.
Kültür ve Değer, Wittgenstein, s.169
Yine de bazılarımız merak’ı bir tür escapeizm olarak kullanıyor olabilir. Heidegger, merak duygusunun hiç de sahih olmadığını ve bir tür gündelik olana batma ve asli olandan kaçış olarak belirebileceğini söylemişti. Çünkü merak kipi altında, zihin heyecanlı, konforlu ve hızlı hareket eder.
Dolayısıyla merak, en yakında olanda özgün bir eğleşmeme karekterine sahiptir. Yine bu yüzden, temaşa edici eğleşmenin rahatlığını değil, hep daha yeninin ve sürekli değişen karşılaşmaların rahatsızlık ve heyecanını arar. Eğleşmeme içindeki merak, mütemadiyen dikkat dağıtıp oyalanma olanağıyla ilgilenir. Merakın, varolanı hayranlıkla temaşa etmek demek olan thaumazein’la artık hiçbir ilgisi kalmamıştır bu yüzden… Merak her yerde ve hiçbir yerdedir. Dünya içinde varolmanın bu modusu, hergünkü Dasein’ın kendini kökünden sürekli kopardığı yeni bir varlık türünü açığa çıkarmaktadır.
Varlık ve Zaman, Heidegger, s.266
Asli düşünce ise, yavaş ve hayatsaldır. Geçici olaylara değil, olguların arkasındaki örüntü ve oluşa odaklanır. Heidegger’in burada merak ile thaumazein’ı karşılaştırması önemlidir. Hayret anlamına gelen Thaumazein, Aristo tarafından felsefenin başlangıç noktası olarak ele alınmıştı. Thaumazein, bir tür epokhedir, güçlü şekilde yaşanır, varoluşa yönelir ve etrafımızdaki tüm gerçekliği, Heidegger’in deyişi ile her-günkülüğü ve dünyaya batmışlığı, felsefecilerin deyişiyle gündelik / doğal düşünüşü ve ön kabulleri askıya alır. Ve felsefeciye ön varsayımsız bir başlangıç imkanı sunar.
Thaumazein, merak’ın aksine, konforsuzluktan ve arayıştan duyulan bir konformizme değil, oluşla karşılaşmanın güçlü dokunuşu ve sarsıntısını içerir. Düşünmeye tam da kriz anlarında başlamamız da bunu gösterir. İnsan düşünmeden önce sarsılmalıdır. Değişmeyen, değiştiremez. Melih Cevdet’in söylediği gibi, “kitap okumadan önce çiçeklere su vermek” gerekir. Öyleyse konforlu düşüncelerdense, sarsıntılı eylemlilik yeğdir.
Not: Meditasyonun en büyük çelişkisi, durağanlık hali sürekli olduğunda, farkındalığın kendisini uyku ve uyuşukluğa bırakmasıdır. Meditatif zihin, metrobüse binmelidir.
Metafizik ilgi ve sonsuzluk ihtiyacı
Bu tartışmada, tüm metafizik ilgi ve tartışmaları, psikopatoloji ile ilişkilendirmedik. Sadece Karl Abraham’ın tespiti bize, bazı saplantılı metafizik ilgi durumlarına ilişkin bir kaynak göstermiş oldu. Ama bu kaynağı da örnek olarak gösterebilecek bazı tezler mevcut konu ile ilgili. Bunlardan bazıları, tüm metafizik ilgi ve tartışmaları yok sayan, materyalist ya da nominalist materyalist yaklaşımlar olabilir.
Soru şudur: Metafiziğe (yani gördüğümüz fiziksel evrenin ötesine ilişkin) tüm teorik (dinsel ya da varoluşsal) tartışmalar ya da pratikler (inanç, ritüel, hurafe) gereksiz midir ve insanın / insanlığın gelişiminde bir sapma mıdır? İnsanın çocukluk döneminde ve uygarlığın şafağında üretilmiş bu kültürel ürünler, artık işlevlerini yitirdiler mi ve bizim yaşamımızı artık zenginleştirmek yerine fakirleştiriyor olabilirler mi?
Bu sorular, çok geniş bir tartışmanın başlangıcı olacaktır. İçinde olduğumuz bağlamda ben sadece, bu iddiaların karşısına, insanın sonsuzluk ihtiyacını gözeterek çıkabileceğimizi düşünüyorum. Çünkü insan, sadece aklı ve düşünceleri ile yaşamaz. O anlam ile, duygu ile, vicdan ile, adalet ile, eylem ve hafıza ile yaşar.
İnsanın hem hikayelerini kurabilmesi, hem de eylemlerini doğrultabilmesi için sonsuza, koşulsuz olana, evrensel olana ihtiyacı var. Bu ihtiyaç felsefe, mistik ya da sanat ile karşılanabilir. Sonsuzun ya kavramına, ya duygusuna, ya inancına kesinlikle ihtiyaç duyduğumuza eminim.
Sonsuzluk ihtiyacı olarak adlandırdığım bu yönelimi Bergson, dinin iki kaynağından birisi olarak görür. Ona göre dinin ilk kaynağı, insanı topluma ve kültüre bağlayan bir masallar bütününe duyulan ihtiyaçtır. Dinin ikinci ihtiyacı ise, aşkınsalın araştırılması ihtiyacından doğar:
Şeylerin ya da dünyadaki tezahürlerin nedeni olan aşkınsal bir prensibin var olup olmadığını soracak kadar soylu ve güçlü bir ruh, asla bundan geri kalmaz.
H. Bergson, The Two Sources of Religion and Morality, s. 212
Aşkınlığa yönelik bu ihtiyacın sahih olup olmadığına karar vermek, tabii ki her birimizin kararına kalıyor. Aşkınsala bu yönelişin itkilerinden birisinin, Karl Abraham’ın işaret ettiği psikolojik bastırma güdüsü olması da muhtemeldir. Yine de ben, sonsuzluk ihtiyacının, her zaman için bu bastırma güdüsünü sağaltacak kadar konforlu olmadığını düşünüyorum. Doğru anlamını kazandığında, sonsuzluk her şeyden daha rahatsız edicidir.