Simya, hem mistik hem de pseudo bilimsel kökenleri sahip. Ve kültürümüzün şafağında kadar uzanıyor. Bu gizemin büyüsü nerede? Simyacıların yaptığı çalışmalar nelerdi? Simyacıların kullandığı yöntemler günümüz laboratuvarını andırıyor. Peki bu çalışmaların amacı neydi? Simya nedir? Simyanın gizemi, kimyanın ve maddenin dönüşümünün büyüsü ile ilişkili olabilir mi?

Simyacılar, kendi dönemlerinin hem mistikleri, hem de bilim insanlarıydı. Bu ilme sahip olanlar, imparatorlukların sikkelerdeki değerli maden oranını düşürdüklerini anlayabiliyordu. Bazı durumlarda kalpazanlık bile yapabiliyorlardı.

Peki bu dünyevi meşgale, nasıl olup da mistisizm ile iç içe geçiyordu? Simyacılar, maddenin doğasına müdahale edebildikleri için mi kutsalın alanını zorluyorlardı. Zira o dönemde, maddeyi etkileyebilmek, büyücülük ya da bir tür kutsal yaratmaydı. (Doğadaki yaratımı sürdüren yaratma.)

Bu yazıda simyacıların yaptığı çalışmalar üzerinden, bilimin ve mistiğin serüvenini takip edeceğiz. Bu yazıda özellikle teknik-pratik simyaya (eylemsel simya) odaklanacağım. Ama yer yer, simyanın spiritüel kısmı da radarımıza girebilir.

Simya nedir?

Bazılarına göre bilimin büyücülükle buluştuğu bir ilkel pratik, bazılarına göre ilkel malzeme bilimi, kimilerine göre mistik bir yoldur simya. Üstelik bu görüşler, zaman zaman iç içe de geçmiştir.

Simyanın amacı kabaca, felsefe taşını bularak değersiz metallerin değerli metallere dönüştürülmesi, ölümsüzlüğün formülünün bulunması ve büyülü bir şifa kaynağına ulaşılmasıdır. Simyacılar, bu amaçla hem çeşitli ritüeller uygulamış, hem de pek çok alegorik metin üretmişlerdir.

Simyacıların amaçları üzerine, bugün bile bir uzlaşı yoktur. Bazı düşünürler göre simyacıların kullandığı yöntemler, ilkel bilim-teknik uygulamalarıdır. Diğerleri ise bu ritüellerin tekamül ve mistisizm odaklı olduğunu iddia etmiştir. (Bknz. Simyacıların gizli amacı neydi?)

Simyacıların şifreleri

Simya ilmi, sadece metinlerin gizli tutulması ile korunmazdı. Simya metinleri herkesin eline geçebildiğinden, bu metinlerdeki anlatımlar da şifrelenmişti. Pek çok simya tarifi, alegorik anlatılar ile örtülü olarak verilirdi.

Zosimos’un aktardığı bir eski Mısır ritüelinde, inisüasyon adayının kafası, derisi yüzülürcesine tıraş edilir, ardından pek çok ritüelistik ve gizemli olay yaşanır… Jung’a göre tıraş, dönüşüm sürecine gönderme yapar. Zosimos da, imgelemlerdeki kimyasal tüp gibi altarın, gümüşün, bakır, kurşun adamların ve onların yaptığı konuşmaların aslında dönüşüm sürecinin alegorik tarifleri olduğunu iddia eder.

Rönesans ve Simya, s.16-17, Nilüfer Öndin

Bu örtülülük durumu, simyanın spiritüel yönü dolayısı ile daha da karışır. Çünkü bazı simya tarifleri, spiritüel gelişim sürecinin alegorik tarifi olarak da sunulmuştur. Bazı simyacı düşünürler, bu tariflerin inisüasyon adaylarının pratik ritüellerinden ibaret olduğunu iddia ederler. Onlara göre pratik simya, sadece ritüel amaçlıdır. Buna göre altın gibi değerli madenlere ulaşılması, sadece alegoridir.

Simyanın, pseudo bilimle mistiğin sınırında nasıl nüvelendiği, bu durumda kolayca anlaşılır. Bugünden bu ilmi incelemeye çalışmak, durumu iyice karmaşıklaştırır. Bu konunun bu kadar gizemli ve ilgi çekici olması, hiç de şaşırtıcı değildir. Simya, “gizem içindeki gizemdir.”

Simyacıların yaptığı çalışmalar

Teknik simyanın temelindeki mantık şudur: Metaller doğanın rahminde zaten doğmakta ve birbirine dönüşmektedir. Fakat bu çok uzun süre alan bir olaydır. Ve doğada tüm maddeler, en saf olana dönüştüğunden, tüm metaller saflaşabilir ve altına dönüşebilir. Simyacıların yaptığı çalışmalar bu süreci hızlandırmayı amaçlar.

Simyacıların kullandığı yöntemler V.I.T.R.I.O.L. kelimesinde açığa çıkar. Bu kelimenin açılımı, “Visita Interiora, Terra Recrefiando Inuenies Occultum Lapidem” dir. Yani “Yeryüzünün içini ziyaret et, doğru ölçü ile gizli taşı bulacaksın” ya da “İç dünyana yönel, Felsefe taşını ara ve bulduğunda onu doğru şekilde arıt”. Burada ilk çeviri teknik simyaya, ikinci çeviri spiritüel simyaya aittir.

Teknik simyacılar, Vitriol şemasına göre simya uygulamalarını yapar. Opus Magnum, Prima Materi’nın felsefe taşına dönüştürülmesiyle gerçekleşir. Bu aşamalar şunlardır (Kaynak, Rönesans ve Simya, Nilüfer Öndin):

  • Kalsinasyon yani ateşle yakma. (Nigredo) Bu aşamada simyacı maddeyi tebeşir haline gelinceye kadar yakar. Elde edilen siyah bir maddedir.
  • İkinci aşama çözme işlemidir. (Albedo) Bu aşamanın simgesi Jüpiterdir. Bu aşamada toz, su ya da asit içinde çözündürülerek eritilir. Ve madde beyazlaştırılarak, taşın tuzu çıkarılır.
  • Üçüncü aşamada maddeye sülfür ve demir katılır. Bu aşamanın simgesi Mars’tır. Madde saf ancak dengede değildir, kendi içinde çatışır. Bu yüzden simyacı maddeyi hava ile süzerek saf olmayan kısımları ayırır.
  • Dördüncü aşama birleşme aşamasıdır, simgesi Venüs’tür. Elde edilen madde bir tüpe alınır ve katalizör eklenir.
  • Beşinci aşama fermantasyon aşamasıdır. Öz yeni maddeye dönüşmek için çürümeye ve dönüşmeye başlar. Simgesi Merkür.
  • Altıncı aşamada maddeye kaynatılıp buharlaştırılır ve tekrar katılaştırılır. Toprak gökyüzüne kavuşur ve tekrar toprağa döner. Simgesi ay ve gümüş.
  • Son aşamada saf maddeye yani felsefe taşına ulaşılır. Şifresi altındır.
Simyacıların yaptığı çalışmalar simgelerle ilişkilidir.

Eylemsel simyacılar, gizli formüller ile bu uygulamalar yapıldığında altına ulaşıldığını iddia etmişlerdir. Bu süreç pek çok kuralı da içerir. Örneğin ritüelin başlangıcı, astroloji bilimine göre belirlenmeliydi.

Kimyanın kökeni olarak simya

Kimya kelimesinin etimolojik kökeni de, simyacıların yurdu antik Mısır’ı işaret eder. Kimya (chemistry), gerekçe chemia ile bağlantılı. Kame sözcüğü, Nil’in getirdiği kara toprağa istinaden, Mısır’a verilmiş isimdi. Bu sözcük Arapça’ya el-kimiya olarak geçmiş.

Simyanın, maddeleri saflaştırma ve prima materia’yı (arkhe) bulma çabası olduğuna daha önce işaret etmiştik. Peki bu fikrin kaynağı nedir? Bence bu fikrin kaynağında, doğadaki dönüşüm fikrine ilişkin tecrübeler ve bu dönüşüme etki edebilme fikrinin büyüleyiciliği vardır.

Doğadaki dönüşüm, bugün bile bizi heyecanlandırmaz mı? Üstelik bugün bu dönüşümün ardındaki tüm fiziksel kimyasal süreçlere aşina olduğumuz halde. Çünkü şeylerin ve olayların arkasındaki birlik ve düzenlilik, insan aklını hikaye ve inançlara davet eder.

Eski insanların bu dönüşüm, düzenlilik ve birliği mistik bir hikayeye dönüştürmemesi ise beklenemezdi. Simyacıların yaptığı çalışmalar, bu birliğe müdahale etmeye yönelikti. Ancak bu sadece teknik bir olay olamazdı. Kendisi de yaratılan olan insan, ancak Yaradana ilişkin bazı güçleri kazanarak bu sürece dahil olabilirdi.

Simyacı için Felsefe taşını bulmak demek kendisi ile Tanrısal özünü bir olarak idrak etmektir. Emerald (Zümrüt) tabletteki “her şey birdendir” ifadesi bu birliğe işaret eder.

Rönesans ve Simya, s.76, Nilüfer Öndin

Simyacıların ölümü yenmesi

Simyacıların ölümü yenme isteği de bu kaynaktan doğmuş olmalı. Prima materia’ya ulaşan, istediğini yaratabildiğinden, ölümü yeneceği bile düşünülebilirdi. Çünkü bu kişi ölümlü olmaktan kurtulamasa da, ölümü kandırarak ömrünü uzatabilirdi.

Aslında simyacıların bu noktada kimyadan biyolojiye geçmeleri, kimya ve biyolojinin alanlarının iç içe geçmişliği ile de paraleldir. Eski insanlar gözlem yoluyla, sandığımızdan daha fazla bilgi edinmişlerdi.

Ben simyanın temel kaynaklarının, insanların gözlemle elde ettikleri bu bilgileri hikayeleştirmelerine bağlıyorum. Mistik ve sembolik düşünüş, aynı zamanda bu bilgileri makrokozmos mikrokozmos birliği doğrultusunda, ruhani gelişim için de kullanıyordu. Tüm bu tablonun zenginliği ve kompleksliği, insanın simgesel yönünün gücünü gösteriyor.

Simyada makrokozmos ve mikrokozmos

Simya doğaya insan merkezli bakar. Ve eskilerin mikrokozmos – makrokozmos fikrine dayanarak maddeler üzerinde işlem yapar.

Bu fikir şudur: Her metal gövde (soma) ve ruhtan (spiritus) oluşur. Metale kendine özgü özellikleri verense spiritus’tur. Bu yüzden simyacıların amacı, farklı metallerin spiritusların yani saf yönlerini damıtıp,  farklı gövdelerle birleştirmektir.

Görüldüğü gibi, simyacıların yaptığı çalışmalar ile gnostik ruhçu felsefe arasında benzerlik vardır. İnsan ruhu gibi, metalin ruhu da maddeye hapsolmuştur. Simyacı ise tekamülü gerçekleştiren rehberdir.

Görüldüğü gibi, simyacı da aynı günümüz kimyacısı gibi, belirli bir teoriden hareket ederek çeşitli çalışmalar yapar. Fakat buradaki teori, gerçekliğe uygun değildir. Daha çok mistik işlevleri olan, bir tür bilim öncesi açıklama ya da sahte bilimdir.

Dört element ve simya

Buna benzer bir diğer iddia ise, her maddede dört temel elementin farklı oranlarda bulunduğudur. Simyacılar çalışmalarıyla bu oranı değiştirerek, maddeleri birbirine dönüştürmeye çalışırlar.

Bu örnekte de yine simyanın, yanlış bir doğa tasavvuru üzerinden kimya-metalurji uygulamasına geçtiklerini görüyoruz. Aslında simya gibi pratikleri, bir çocuğun deneyerek öğrenmesi gibi, insanlığın bilimi öğrenme çabası olarak da ele alabiliriz. Bu yüzden simya sahte / arkaik bilim, yani pseudo bilimdir.

Sonuç

Sonuç olarak, simyacıların yaptığı çalışmalarla pseudo bilim yani sahte/ilkel bilim geliştirdiklerini söyleyebiliriz. Çünkü İisanlığın bilimsel ilerlemeyi tek bir seferde ve sancısız keşfetmesi zaten imkansızdı. Üstelik sinyanın mistik yönü, bilimöncesi dönemde bilgi, teknik ve kutsalın ne kadar iç içe olduğunu da gösterir bize.

Ama bu noktada, gelişimi esnasında insanın mistik hikaye ve simgeleri ihtiyaç duymuş olduğunu da unutmamak gerekir.  Her şeyin büyülü olduğu dünyadan modern dünyanın büyüsüne geçmek, hiç de basit bir şey değildir. (Bknz. Simyacıların amaçları ve spiritüel simya)

Bir Cevap Yazın

Trending

Alçak kültür sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et