Nasreddin hoca fıkra ve hikayelerindeki tasavvuf ve mizah ögeleri melankoli ve depresyonu geriletmemiz için bize yardımcı olabilir mi? Burada sadece mizahın gücünden değil, dünyanın düzenini yadsıyan bir sufinin ironi hamlesinden de yardım alacağız.

Şu klişeyi hepimiz duymuşuzdur: Nasreddin hoca hikayeleri ile güldürürken düşündürmektedir. Fakat bu nasıl bir düşünmeydi? Neyi düşünmeye, neleri sorgulamaya davet eder bizleri? Ve bu davet toplumun yargı, kabul ve beklentilerinden, hüsnü kuruntulardan, egomuzun sarsıntılarından bizi nasıl çekip çıkarabilir? Endişelerimizi nasıl hafifletebiliriz mizah ve ironiyle?

Hazırsak göle maya çalmaya başlayalım 🙂

Bir Garip Nasreddin

Nasreddin hoca, eşeğine ters bindiği gibi, dünyayı da tersten görür. Bu neden ona nasip olmuştur? Bunu bilemeyiz. Ama bir hikayede, Nasreddin’e edilen bir dua / bedduadan bahsedilir: Nasreddin bir arifi kızdırınca, bu arif kişi Allah da kıyamete kadar insanları sana güldürsün der ve yolculuk başlar. Artık o noktadan sonra Hoca Nasreddin bir insan değil, bir işarettir. Ve işaret olmak zorundadır. Ve belki de buna bile dayanmıştır. Her şeye rağmen…

Nasreddin yaşadığı yerde saygı gören, bazı söylentilere göre bir hoca, bazı söylentilere göre bir derviş ve miskindir. Dahası hocanın tek bir gerçek kişi olduğu bile şüphelidir. Hocanın etkisinin sahiciliğini ve politikliğini buradan da anlayabiliriz:

Nasreddin öyle cesur ve hakim söylemi / hegemonyayı yadsıyıcıydı ki; halk söylemek isteyip de cesaret edemediklerini hoca söylemiş diye anlatırdı. Bazı iddialar ise Nasreddin Hoca‘nın birden fazla kişiye dayandığını ilişkin başka kanıtlar sunmuştur. (Anlatılan fıkralarda tarihsel mekansal tutarsızlıklar sebebiyle.)

Hikayenin içinden dışını görmek

Ne anlatır Nasreddin hoca? Her durumda gülünecek olanı, şaşırtacak olanı nasıl bulup söyler, hatta söylemeyi de bırakalım onu nasıl yaşar?

Hoca Nasreddin içinde olduğu anlatı ve söylemi hemen her zaman yadsıyıcıdır. Yani hikayenin içerisinde olduğu gibi dışarısındadır da. Sanki merkezi kendi içerisinde değil gibidir. Yoksa neden fıkrada olduğu gibi kaybettiklerini karanlıktan korktuğu için en kolay yerde arasın, göle maya çalsın… Peki nasıl olup da bu kadar eğlencelidir? Nasıl olup da ağlamaz?

Ama bu yadsıma kamusal alana da sirayet eder. Çünkü yalnızlık bulaşıcıdır.

Miskinlik ve gündelik hırslar

Hoca miskindir. Bir gün cami çıkışı üç kör dilenci ile karşılaşır. Yanlarında para kesesini şangırtatır ve erenler şu lirayı pay ediverin der ama parayı hiçbirine vermez. Sonra da karşılarına geçip şamatayı izler. Bu hikayenin gündelik hayatın koşuşturmacasına ilişkin eleştirel pozisyonu açıktır. Hikaye, gündelik hırsların ve mücadelenin kör döğüşünden farksız olduğunu hatırlatır bize.

Hoca miskindir çünkü gündelik hırslarını fark etmiş ve bunlara tabi olmamıştır. Yunus Emre‘nin dediği gibi, fakirler bile miskinlikten vazgeçip zenginlik hırsına kapıldığına göre, demek miskinlik de bir yaşama ritmidir, bir kabulleniş tarzıdır. Öyle ya, gözü yüksekte olmayanın yoksulluğu ile gözü yüksekte olanın yoksulluğu ve manevi yoksulluk, üç ayrı konudur.

Haram ile hamir tuttu cihanı / Fesat işler eden hürmetli oldu / Kime kim Hak’tan haber verirsen / Bakar başın salar huccetli oldu

Şagrit üstat ile arbede çalar / Oğul ata ile izzetli oldu / Fakirler miskinlikten çekti elin / Gönüller yıkıban heybetli oldu

Yunus Emre, Tövbe

Nasreddin Hoca fıkralarının modern dünyada hala üzerimizde etkisinin olması, belki de bu koşuşturmaya sunabileceği önerilerinin olmasındandır. Bu önerilerin ilki, gündelik hırsları sınırlamak – bunlara ilişkin farkındalık geliştirmek olabilir.

Hoca: Miskin muhalif

Hocanın tüm bu ironi hamleleri onun düzenin gidişatına da şerh düşmesine yol açar. Ne de olsa kendisi ironik bir kahramandır ve alacak verecek hesabıyla işi yoktur. Öyle veya böyle, kimin çıkarına olursa olsun gerçekleri konuşur çünkü.

Fakat bu muhaliflik, sadece onun cesaretinden gelmez. Aslında bu tip kahramanlar cesur değil, dürüst ve samimidir. Ancak tam da budur onları cesur yapan. Çünkü düzenin ne kadar eşitlikçi ve adil olduğuyla da ilişkili olmakla birlikte, Niçe üstadın da belirttiği üzere her zaman için kurucu – yaratıcı akılla toplum çatışma yaşar. Bu çatışma aslında, kurucu aklın kendi değerlerini ve toplumunu oluşturmak için geçirdiği sancılar olarak da okunabilir. Tabii toplum bu akla kulak verebilirse.

Bu açıdan baktığımızda, Hoca’nın muhalifliği düzenin insan üzerinde yaptığı tahribatlara karşı çıkmamız için de bir fırsat sunar bize. Ben bu noktada Freud’u değil Marcuse’u takip ediyor ve uygarlığın kötülüklerinin tümünü insanın zayıflık ve çatışmalarına bağlamıyorum.

Eğer bizzat kapitalizmin insanı çürüttüğünü önereceksek, melankoliden kurtulmak için Hoca Nasreddin’i takip etmek için bir sebep daha kazanırız. Çünkü kapitalizm, sadece maddi dünyayı çürütmez, onunla birlikte manevi dünyaya da sirayet eder.

Sonuç: Eşeğe ters binebilir miyiz?

Sonuç olarak, Nasreddin Hoca mizah ve hikayelerindeki ironi ve absürdlüğün, modern hayatın bizi sürüklediği endişe ve olumsuz duygulara karşı bir kalkan olabileceğini söyleyebiliriz.

Ama bunu söylediğimizde bile gerçekten Hoca’yı anlamış olur muyuz? Onu anlamak, onun gibi hikayenin içinden dışını görebilmek, zulmedene de yoksula da aynı gözle bakabilmek, kültürün öğrettiklerini sorgulayabilmek değil midir?

Biz bugün bunların en azından bir kısmını yapmayı hayal edebilir miyiz?

“Nasreddin hoca ile melankoliyi yenmek” için bir yanıt

Bir Cevap Yazın

Trending

Alçak kültür sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et