Bekçiler Kralı, sıradan bir zabıtanın ancak sıradan olmayan bir ülkenin hikayesini anlatır: Görevine başlayan bekçi Şaban, isim benzerliği dolayısıyla bakanın akrabası sanılır ve baş tacı edilir. Ancak haddini bilmeyen bir haşmetlidir bu: zabıta köşeyi dönmenin değil, hakikatin peşindedir. Fakat yanlış bir dünyada hakikatin peşine düşmek, ancak trajedi ya da komedi üretir. Çünkü Adorno’nun söylediği gibi, yanlı hayat doğru yaşanamaz.
Bekçiler Kralı, Kemal Sunal‘ın en ünlü filmlerinden olmasa da, gerek mizah dozu gerek tartışmaya açtığı konularla dikkat çekiyor. Film açıkça devletin ve düzenin yozlaşmasını eleştiriyor. Belki de filmin gölgede kalması, diğer Kemal Sunal filmlerine göre daha politik olmasıyla da alakalı.
Bekçi Şaban, dayısı, mücadele ettiği patronlar ve yozlaşmış memurlar neden bu kazanın içine düşmüşlerdir? Ve nasıl olup da bir rastlantı eseri, fakir bir bekçi halkın torpilli hakikat savaşçısına dönüşür? Hakikat, nasıl ve neden böyle torpilli ve rastlantısal bir durumda ortaya çıkar? Düzen, nasıl bu kadar bozumuştur ve hakikatin beli, nasıl sadece mizahla getirilebilir.

Bekçi ve Dayısı
Bekçiler Kralı, kendi halinde bir bekçinin okuldan mezun olup göreve atılmasıyla başlar. Şaban, görev yerine gelir gelmez, isim benzerliği sebebiyle bakanın yeğeni ile karıştırılır. Hikayede rastlantısal olan ise, Bekçinin aynı zamanda Dayı isimli bir köpeğinin bulunmasıdır. Yani Şaban, dayısı sebebiyle torpilli ve her istediğini yapabilen bir süper bekçiye dönüşür.
Şaban, kesinlikle olan bitenin farkında değildir. Fakat dayısıyla ilgili her iltifat ya da referansı, köpeğini kast ettiklerini sanarak cevaplar. İşte mizahın gücü ve işlevi de burada parıldar. Yozlaşmış bir devlet düzeninde tüm işler iltimas ve ilişkiler ile yürütülürken, Dayı’nın içi boş bir zamir olarak saygı görmesi, düzenin bozukluğunun bir anda resmini çekiverir.
Dayısının halini hatrını soranlara, keyfinin yerinde olduğunu, her gün ciğer yediğini söyler. İşini bilir mi diyenlere, çok rüşvetçidir der, estağfurullah der ahali ve güler, ama onun kast ettiği köpeğin kasaptan çaldığı kemiklerdir. Hikayenin en güzel yanı, Şaban’ın saflığından doğan cüretinin, düzenin bozukluğundan dolayı işini bilen memurların ahlaksız cüretiyle aynı etkiye sahip olmasıdır.
Sistem ve yozlaşma

Çok klasik ama evrensel bir soru sorar Bekçiler Kralı: evrensele yaslanan mı, yoksa onu yok sayan ve kendi çıkarına kullanan mı kazançlı çıkar? Bu soru aslında, yasa ile her insanın karşılaşmasında yeniden sorulur. Sokrates’i idama götüren de, ona idamdan kaçmama gücü veren de işte evrenselin bu dokunuşudur.
Madem hiçbir koşulda hakkaniyeti çiğnememek gerekir, öyleyse uğranılan hakkaniyetsizliğe, çoğunluğun sandığı gibi, misliyle karşılık verilmemeli.
Platon, Kriton ya da Ödev Üzerine, 45
Aslında bu sorunun cevabını hepimiz biliriz: Trafikte kurallara hiçbirimiz uymazsak trafikte düzenin sağlanamayacağını biliriz. Fakat yine de trafik sıkışınca, emniyet şeridine geçmeyi seçeriz. Neden sistem için gerekli kuralları ilk firsatta sabote ederiz?
Bu sorunun cevabını bulmak kolay olmayabilir, ama çelişki açıktır. Bu çelişki, yozlaşma arttığında öyle bir noktaya gelir ki, yasalar kullanılmak ve aldatılmak için yapılmıştır sanki. Bu durumda yasalar evrenselliğini kaybeder ve evrenselliğin taşıyıcısı, Şaban gibi saf ve işini bilmeyenlere kalır.
Şaban’ın Oyunu
Şaban’ın bu bozuk düzene karşı hamlesi, sistemin kendi silahını ona karşı kullanmaktır. Aslında bu silahı da onun eline yozlaşmış sistem verir: Gücü olan her istediğini yapabiliyorsa, Şaban da geçişi olarak kazandığı güçle doğru ve adil olanı yapabilir. Tabii geçici bir oyundur bu. Çünkü en nihayetinde çoğunluk, Şaban’ın oyunun kurallarını bilmediğini ve sadece blöf yaptığını anlayacaktır.
Ama aslında bu oyun, Şaban’ın oyunu değildir. Şaban sadece bu oyunun kısa devre noktasındadır. Vesile olduğuysa, düzenin yozlaşmasını görünür kılmasıdır. Şaban’ın toplumun alt ve orta sınıfı için yaptığı hak mücadelesi ise ise boş bir iyimserliği dayanır.
Yani bu garip oyunun kaynağı, aslında toplumun yozlaşması ve düzenin bozulmasıdır. Bu yüzden Bekçiler Kralı, Şaban’ın kazandığı değil, toplumun kaybettiği bir Kemal Sunal filmidir. Bu kaybın sebebi ise evrenselin ıskalanması ve adaletin bozulmasıdır.
Sonuç: Adalet ve rastlantı
Bekçiler Kralı, biterken iyi bir soru bırakır bize: Kötüler yani cahiller, gerçekten de kendi sonlarını hazırlar mı? Yoksa kötüler kendi sonlarını geciktirmek için başkalarının yaşamlarını mı çalar?
Politik saflığı bir yana bırakırsak, adaletsizliğin bir sınıf siyaseti olduğunu görürüz. Tabii burda bir sınıfın çıkarlarının ne kadar toplum ve diğer sınıflar için faydalı olduğunu düşünmeliyiz. Kapitalizmin giderek acımasızlaştığı bir dönemde, adalet daha da çarptırılır, çünkü giderek daha az kişinin zenginleştiği bir dünyada yaşıyoruz artık. Bu yüzden de hukuk, giderek daha az sayıda kişinin hakkını korur.
Bu adaletsizlik bireysel çabayla düzeltilebilir mi? Bekçiler Kralı‘nın sorduğu zayıf soru ise budur. Aslında filmin bu soruya cevabı da kesin değil : Evet kendi saflığı ve dürüstlüğü ile topluma katkıda bulunur Şaban, üstelik buna rağmen filmin sonunda cezalandırılmaz. Ama aynı zamanda onu bu oyunu oynamaya iten de, toplumu ele geçirmiş feodal / kapitalist ruh yani tolumun kendisidir. Bu açıdan Bekçiler Kralı‘nda çözüm önerisi toplumsal olmasa da, sorunun ve mizahın kaynağının toplumsal olduğunu söyleyebiliriz.