Her ikili ilişkide kendimizi haklı bulmaya alışığız, hatta ve hatta psikolojik açıdan buna neredeyse mecburuz: Ama bu duygusal mekanizmanın ötesinde, kötü insanlar olabilir miyiz? Neden iyi bir insan olalım ki? Bencilliğimizi aşıp etiğe göre hareket edebiliyor muyuz?

Kötü bir insan olup olmadığınız, iyilik – kötülük kavramlarını nasıl ele aldığımıza göre değişecek. Üstelik pek çok durum, bu kavram çiftine sığmayacak kadar karmaşık. Ama yine de elimizi vicdanımızı koyup soruşturalım bu yazıda: Ukalanın, bencilin teki olabilir miyiz? Bunun ötesine geçmek ve karşımızdakine ihtimam göstermek için ne yaptık?

Kendimizi sürekli haklı çıkardığımız halde, dünyanın merkezinde olmadığımızı kabullenip, en azından bencil bir insan olmayı bırakabilir miyiz? Kötü bir insan olmakla etik ve bencillik arasındaki ilişki nedir?

Trajediden etiğe

İyi ve kötü kavramlarının artık modası geçmiş olsa da, bu kavramlar ahlak ve etiğin içerisinde yaşamaya devam ediyor. Peki bu kavramlara insanlık ve düşünce tarihinde hangi anlamlar yüklenmişti?

Örneğin mitolojik dönemde, bu kavramlar daha çok tanrılar ve kaderle ilişkilendiriliyordu. Bu dönemde henüz reşitliğe ulaşmamış olan insanlar, kaderin elinde oyuncak olduklarını düşünüyorlardı.

Lanet olsun o dağ yamacında otlakta / ayaklarımdaki çiviyi sökerek beni ölümden kurtarana! O gün ölseydim, dostlarıma ve kendime bu acıları çektirmezdim / Babamın katili olmazdım. Ve beni doğuran kadının kocası diye anılmazdım insanlar arasında. / Tanrıdan kopmusum. Benim şu acınası varlığımın nedeni / Kutsuz ananın oğlu, babamın yatak ortağı! / Bu acılar ötesinde acı varsa onlar da hoş gele Oidipus’a

Kral Oidipus, Sofokles, s.77

Kral Oidipus trajedisi, bu anlayışı örnekler. Bu dönemde talih (tukhe) ve kader (moira) insanın mutluluğu için önemli etkenler olarak görülür. Ethos yani karekter, kişinin daimon’u yani yönlendirici ruhu ve kaderidir. Burada daimon, kaderin tekinsiz güçleri olarak anlaşılabilir.

Kişinin karekteri kaderidir.

Herakleitos

Fakat tragedya aynı zamanda insan aklının ve iradesinin ortaya çıkacağı kaynaktır. Çünkü tragedyanın düğümünü talih çözse de, insan aklı ve iradesi bu talihe karşı zar atmayı sürdürür.

“Hareket etmeli mi etmemeli mi, yazgıyı denemeli mi?” Yazgıyı denemek; tragedya yazarlarında insanın eylemi kendinde, Tanrıların gücünü önemsemeyecek kadar güce, kendini tam anlamıyla onların dışında hissedecek kadar özerkliğe sahip değildir. Tanrıların varlığı ve desteği olmayınca o bir hiçtir; umulanın tümüyle dışında meyveler yumurtlar ya da taşır. Dolayısıyla, bu eylem gelecek üzerine, yazgı ve kendi üzerine bahis, son olarak da ondan yana olduğu umulan Tanrılar üzerine bir tür bahistir. Ustası olmadığı bu oyunda, insan, her zaman kendi kararlarının tuzağına düşme tehlikesi yaşar.

Eski Yunan Tragedyasında Gerilimler ve Çokanlamliliklar, Jean-Pierre Vernant, s.45

Yine de gerçek anlamda etiğin ortaya çıkabilmesi için, trajik insanın ve dünyanın geride kalması gerekiyordu. Çünkü fizikle dünyayı, politikayla toplumu araştıran insan, etikle kendisini ve eylemlerinin değerini araştırmış ve bir bilim ve öğreti ortaya koymuştu. Bu kılavuz, insanın kendisini daha az çaresiz hissetmesine ve daha rasyonel olmasına yol açacaktı.

Platon ve Aristo’da etik

Sokrates sonrası felsefe ile birlikte, Yunanlıların trajediye yabancılaştıklarını görüyoruz. Bu dönemde etik ortaya çıkmış ve insanın iradesini kontrol etmesi üzerine bir öğretiler sistemi ortaya koyulmuştu.

Bu öğreti mutluluk yani eudomenia’yı hedefler. Ancak bu hedef, sonuç odaklı değil, yaşantı odaklıdır. Bu öğretiye göre, erdemin bizzat kendisi en çok istenen ve kendisi için istenen şey olduğundan, erdemli hareket mutluluğu insan yaşamına getirecek olan şeydir.

Platon, hem devletin, hem de bireyin belli erdemlere göre ve belli bir ahenkle hareket etmesi gerektiğini iddia etmişti. Bu ahenk, at arabası metaforu ile aktarılır okuyucuya. Arabanın atları, iştah ve arzudur. Sürücü akıldır ve arabayı belli bir ölçüye göre sürmesi gerekir.

Aristo’nun etiğinde ise, aynı teorinin irade üzerine daha derin bir analizle sunulduğunu görürüz. Aristo, Platon ile benzer şekilde ahengin önemine dikkat çeker ve altın ortayı, yani uçlardan uzaklaşmayı ve ölçülülüğü önerir.

Aristo’nun teorisinin özgünlüğü ise, bu teorinin erdemleri pedagojik yönü ile birlikte sunmasıdır. Düşünür, erdemleri tefekkür ederek ya da alışkanlık edinilerek iki farklı şekilde kazanılabileceğimizi iddia eder. (Düşünce erdemleri ve karekter erdemleri)

Ayrıca her iki düşünür de, polisin yönetimi üzerine teoriler ortaya koymuştur. Platon, devletin yönetiminde ölçülülük ve bilgeliğe dayalı filozof kral yönetimini önermiş, Aristo ise daha gerçekçi bir siyaset teorisi ortaya koymuş olsa da, yine yönetim bicimlerini oluşturdukları toplumsal ahenk üzerinden sınıflandırmıştır. Sonuç olarak ben bu iki düşünür için, toplumsal ve bireysel ahengin çok temel bir motif olduğunu düşünüyorum.

Peki bu durum tartışmamız için neden önemli? Çünkü her iki düşünür de bireyin hem kendi içindeki uyumunun, hem de toplumla uyumunun etik açıdan çok önemli olduğunu iddia eder. Sokrates diyaloglara sıklıkla bilgili bir insanın kötülük yapmayacağını, kötülüğün cahillikten doğduğunu savunur.

Cahil kötülük yapar çünkü ahenkli bir toplumda desenkrondur. Bu ahenk bozukluğu, hem bireyin mutluluğunu hem de polisin mutluluğunu riske atar. Cahillik ise en temelde bencillik ve egoizmden kaynaklanır. Çünkü bencil (egoist), ne kendisinin uzun erimli menfaatini, ne de ötekinin uzun erimli menfaatini düşünerek hareket edebilir.

Sonuç olarak, Yunani klasik dönem felsefesi ışığında, etiğin mutluluğa yöneldiği ve erdemle eş tutulduğu, bu bakımdan bir tür bilgelik (Platon) ve eyleme tarzı (Aristo) olduğu söylenebilir. Bu bilgece ve ahenkli eylem, bencillik ve egoizmle bağdaşmaz.

Spinoza, bencillik ve kötülük

Spinoza, yaşama sevincini etiğin merkezine koyar. Ona göre öznenin sevincini arttıran şeyler onun için iyi, kederini arttıran şeyler ise kötüdür. Çünkü Spinoza için özne sadece rasyonel bir canlı değildir. İnsanın duyguları en az aklı kadar önemlidir.

Yaşama sevinci, öznenin yaşama iradesi yani Conactus’u ile ilişkilidir. Özneler gündelik hayatta sürekli farklı karşılaşmalar yaşar ve farklı duygulanımlar deneyimler. İşte öznenin hedefi, bu karşılaşmaları güçlerini arttıraca şekilde örgütleyebilmektir.

Spinoza’ya göre etiğin amacı da bu efektif durumun, yani sevinçli yaşamın yakalanmasıdır. Bu yaşam, ancak içsel ve dışsal harmoninin yakalanması ile mümkün olur. İçsel harmoni, kişinin kendi güçlerini geliştirecek ilişkiler ve ruhsal durumları arttırması ile mümkün olur. Dışsal harmoni ise kisinin toplumla uyumuna atıfta bulunur.

Bu harmoni ise ancak insanin akıl düsturuna göre ve erdemli yaşanası ile mümkün olur. Çünkü akla uygun hareket eden kişi, duyguların köleliğini ve keder duygusunun getirdiği edilgin halı aşıp etken olabildiği oranda mutlu, sevinçli ve iyi olacaktır.

Spinoza’ya göre, kişi bencil değil cömert olabildiğinde, sadece kendisini değil ötekini de düşünebildiğinde yaşama sevinci artar. Yani kişinin adil ve ölçülü davranışı, onun kendi mutluluğu için de son derece önemlidir. Tam da bu yüzden, bencillik kişinin cahilliği ile alakalıdır ve kötülüğün kaynağındadır. Çünkü Spinoza için, kötülük kişinin yaşama sevincini azaltan durum ve olaylardır.

Erdem peşinde koşan bir kimsenin kendi kendisi için arzu ettiği iyiliği, o kimse başka insanlar için de isteyecektir ve Tanrı (doğa) hakkında ne kadar büyük bir bilgi elde ederse, bu iyilik de o kadar büyük olacaktır.

Spinoza, Etika, s.224

Yani Spinozacı iyilik – kötülük anlayışı, ilk bakışta faydacı görünse de, fayda değil erdem odaklıdır. Fakat burada erdem, kişinin mutluluk ve sevincini arttıracak olumlu duygulanım ve ruh hallerinin arttırılmasıdır. Bunların arttırılması ise, kişinin hem kendiyle hem de toplumla uyumuna bağlıdır.

Sonuç olarak, Spinoza’ya göre kişinin bencilliğin onun mutluluğunu ve sevincini arttırmayacağını söyleyebiliriz. Tam aksine, bencillik bireysel olarak haset, kıskançlık gibi kederlendirici olumsuz ruh hallerini besleyerek kişinin sevincini azaltır. Ayrıca toplumsal harmoniye zarar vererek kişinin mutluluğunu bu açıdan da ket vurur. Yani Spinoza için bencillik ve egoizm, kötülükle doğrudan ilişkilidir

Etik ve bencillik

Ele aldığımız yaklaşım ve örnekler ışığında, bencilliğin kötülüğün kaynağında olduğunu iddia edebilir ya da en azından bu ikilinin birbiriyle ilişkili olduklarını söyleyebiliriz. Yine de bunu söylemek konuyla ilgili pek çok problemi çözmez.

Çünkü insan, bu durumun aklı bilgisine sahip olsa bile, her yeni gün kendi ego ve arzusuna rağmen erdemli davranmak zorundadır. Üstelik gündelik eylem içerisinde daha çok Aristo’nun karekter erdemi dediği uygulana-gelen ahlak işler.

İşte bu karekter erdemleri, kültürel yani ahlakidir. Tam da bu yüzden, ahlaksız ve çıkarcı bir toplumda erdemli olmak kolay değildir. Doğrucu davut sözünü bilirsiniz. Toplumumuzda çalana çırpana, ticarette kurnazlık yapana “işini biliyor” dendiğini de biliyorsunuz.

Küçükken dayım birisiyle sohbet ederken bir konuda hava atmış, ben de boş bulunup o anda yalanını ortaya çıkarıvermiştim. Bana kızmıştı sonra. Bir çocuğa bundan büyük bir kötülük yapılabilir mi?

Şeytanın avukatlığını yapalım. Dayım bana, toplumsal yaşamda gerekli olacağını düşündüğü bir yetiyi kazandırmaya çalışmıyor muydu? Toplumsal alan kurtlar sofrası değil mi? Burda herkes çıkarına göre hareket eder ve birbirini kandırırken, doğrucu olmanın bana ne faydası olacaktı?

Buradaki öncüller doğru olsa da akıl yürütme sahih değil. Çünkü herkesin birbirini kandıracağı bir toplum, kimsenin mutlu olamayacağı bir toplum olacak. Bu toplumda en kurnazlar bile yapacakları en küçük ticaret ya da eylemden emin olamaz. Bu halde kimse sevincini arttıramaz ve mutlu olamaz.

Madem hiçbir koşulda hakkaniyeti çiğnememek gerek, öyleyse uğranılan hakkaniyetsizliğe, çoğunluğun sandığı gibi, misliyle karşılık verilmemeli.

Kriton, Platon, s.45

Dahası kendi çıkarını merkeze koymak yani bencillik, kişinin kendisini bile mutlu etmez. Bu kişi ne kendiyle, ne de toplumda harmoni içinde olabilir. En sonunda ötekiye ihtimam gösteremediği için kendisine de ihtimam gösteremez ve hem toplumsal, hem de kişisel dünyasında yalnızlaşır.

Sonuç olarak, bencilliğin kötülükle ilişkili olduğunu ve ne kişiye ne de topluma mutluluk getirmeyeceğini kabul etmeliyiz. Bunun aksine inanç, akli değil duygusaldır ve kuruntulardan kaynaklanır. Ancak her vatandaşın adalete göre ve ölçülü olarak eylediği bir toplumda mutluluk kalıcı olacaktır.

Bir Cevap Yazın

Trending

Alçak kültür sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et