Kahrozat / Damnation (1988), Bela Tarr‘ın insan olmanın sınırlarını sorguladığı şiirsel filmlerinden birisi. İnsan kendi sınırlarını zorladığında nelere dönüşebilir? Sınır durumlar K. Jaspers‘in söylediği gibi insanın kendisini sınadığı ve araştırdığı durumlar mıdır, yoksa insan olmaktan çıkmaya başladığımız durumlar mı? Kaygı bizi kendimizden uzaklaştırır mı yoksa yaklaştırır mı?

Kahrozat, umutsuz bir aşk hikayesidir bir yanıyla. Fakat aynı zamanda bir parçalanma hikayesidir. Kendisini irade dışı güçlere teslim etmiş ve ancak iradesini boşaltarak bir şeylere bağlanabilen / değer verebilen kahramanımız, içersine sürüklendiği bataklıkta yüzmeye çalışacaktır. Fakat asıl isteğinin yüzmek mi boğulmak mı olduğu açık değildir.

Lanet ve parçalanma

Kahrozat, bir parçalanma ve parçalama hikayesidir. Bu yönüyle varoluşçu bir ton taşır açıkça. Hem baş kahraman hem de hayatındaki pek çok karakter, bir anlamsızlık içinde sürüklenmekte ve bu esnada bir şeylere tutunmaya çalışmaktadır. Kahramanımız günlerini sürekli barlarda içki içerek geçirir, barmen ve resepsiyonistlerle uzun nihilist konuşmalar yapar, gündüzleri ise aşık olduğu ve karmaşık bir ilişki yaşadığı evli sevgilisini takip eder.

Yıkık bir adamdır Kahrozat‘ın baş karakteri, ama aynı zamanda ironi duygusunu ve estetik zevkini yitirmemiştir. Saplantılı olduğumu kabul eder ancak bunu estetik şekilde yaşar. Hiçbir şeye ve yaşama anlam atfedemese de, tutkulu olarak aşık olduğu kadının peşinden sürüklenmeden edemez. Bir gün o kadınla sohbet ederken bir anısını anlatır: İlişki yaşadığı ve aşkına cevap veremediği bir kadın, yıllar önce kendinisini banyoya kapatıp intihar etmiş, adam ise bunu sabah fark etmiştir. Kadının onu ilgisizce dinlediği bu sahne, insanlar arasındaki mesafenin ne kadar fazla olduğunu bize bir kere daha hissettirir.

İnsan ve karanlık yönü

Kahrozat‘ın en ünlü sahnesi, kahramanın filmin final sahnesinde izbelelikte karşılaştığı köpekle it dalaşına girdiği sekanstır. Bu sekansta, kahramanımız kendisini bıraktığı irade dışı güçlerin tamamen eline geçer adeta: Artık o da insan dışı, bilinç öncesi vahşi doğanın bir parçasıdır.

Burada özgürleştirici bir doğaya dönüşten bahsetmiyoruz. Bahsettiğimiz insanın hep içinde olan, uygarlık öncesi ilkel ve vahşi güdülerine teslim olmasıdır. Buraya kaçmak istemesi anlaşılabilir insanın, ne de olsa bu düzeyde ne sorumluluk, ne anlamsızlık, ne seçim söz konusu değildir. Ancak burada ışıkla değil, çok büyük bir karanlıkla karşılaşacağız.

Üstelik kahramanımızın hayvanlaşma sahnesi, filmde sevdiği kadının kocasına kurduğu tuzağı uygulamasının ardından gelir. Kahramanımız, düşmanını polise şikayet eder, oysa şikayet ettiği uyuşturucu sehemine o aracılık etmiştir. Üstelik bu çabanın sevdiği kadını elde etmesine yarayacağı da şüphelidir, daha bir sahne öncesinde sevdiği kadın, kocası ile değil bir başka erkek ile birlikte olur. Üstelik bu olayın yaşanması bile gerekli değildir aşık olduğu kadınla mutlu olmaması için, çünkü saplantılı romantik aşkının kendisini arzuladığı ve sevdiği bile şüphelidir.

Kahramanımızın yaptığı, olsa olsa parçalanması arttırmaya yarar. Çünkü geldiği noktada, kendisini irade dışı güçlere o kadar teslim etmiş ve kendini sistematik olarak öylesine yıkıma sürüklemiştir ki, kendisini kurtarmak değil bertaraf etmek istiyordur adeta. Hayatın anlamını tutkulu bir aşkta bulma çabası da, belki bu yıkım ile alakalıdır. Yine de kahramanın içinde olduğu açmazların, çok uzağımızda olmadığını fark ederiz..

Sonuç: İnsanlaşmayı seçebilmek

İnsan olduğumuz halde, insan olmayı seçmek ne demektir? Üstelik insan olmanın ne olduğu konusunda anlaşmamız hiç de kolay değilken?

Biz yine de bu yazıda ve Kahrozat / Damnation (1988) bağlamında kullandığımız insanlaşma – hayvanlaşma kavram çiftini kullanmaya çalışalım. Çünkü insanın içinde olduğu anlamsızlık krizinde, her zaman anlamın reddine ve irade dışı güçlere teslim olmaya yönelik zayıflatıcı eğilimler vardır.

Bu eğilimleri hastalık olarak yaftalamak ise hiç kolay değildir. İnsan hem anlamın, hem değerin kurucusu olduğundan, bu kriz hep yenilenmesi gereken bir krizdir. Üstelik varoluşun dokunuşu öyle güçlüdür ki, en güçlü müzik aygıtı olan insanın kendisi bile buna güç dayanır. Fakat bu sınır durumlar yine de seçimlerimiz ve eylemimizle dünyaya ve yaşama anlam katabilmek için bir şans yaratır.

Bu noktada varoluşçuluğun iddiası ve önerisi basittir: İnsan parçalanma ve anlamsızlığa rağmen ve bu bataklığın içerisinde, oluşa kendi cevabını vermek zorundadır. Bu cevap, seçim olduğu oranda sorumluluk da getirir, sonlu olduğu oranda geri dönüşsüzdür ama aynı zamanda şendir. Anlamın halihazırda verili olmayışı , aynı zamanda bir özgürlüktür. Tabii oluşa ve ritmine uygun bir karşılık verebilir, bir dansçının adımlarına sahip olabilirsek.

Kahrozat filminde izlediğimiz estetik hayvanlaşma / insanlaşma hikayesi, hepimizin hem yıkımın ve uçurumun, hem de kurtuluşun kıyısından olduğumuzu hatırlatır bize.

“Kahrozat / Damnation (1988) ve Hayvanlaşmak” için bir yanıt

Bir Cevap Yazın

Trending

Alçak kültür sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et