Günümüz Türkiyesi’nde komplo teorilerine yönelik inancın yaygın olmasına neden şaşırımamalıyız? Cin ve peri gibi doğa üstü varlıklara yönelik inançla, politik komplolara yönelik inanç arasındaki benzerlik nedir?
İnanç hikayeleri gerçeklik haline getirebilir. Zaten gerçeklik de bir uzlaşıdır. Önemli olan uzlaşının ne oradan kapsayıcı ve faydalı olduğudur. Korku gibi güçlü bir duygu doğaüstü ile birleştiğinde, bizi çaresizliğe sürüklemez mi? Bu durumda en büyük zararı hakikat mi yoksa vicdan mı görür?
Lozan’ın gizli maddeleri ile cinci hoca nasıl birleşir? Popülist siyasiler neden korku ve komplo teorilerine kullanırlar? Ve bunları kullanırken en büyük yardımcıları kimdir? Hurafeler ve cin hikayeleri, inancın yumuşaklığına bizi aşina kıldıktan sonra, politikacının çağrısına daha kolay kapılıyor olabilir miyiz?
Cinler hurafe midir? Ve bu boşinan, bizi başka hurafelere ve uyuşukluğa sürükler mi? Birer alçak kültür fenomeni olarak cin inancı gibi hurafeler ve komplo teorilerinin ilişkisi nedir?
Cinler hurafe midir?
Mitolojik bir motif olan cin inancının gerçekliğini sorgulamak bir paradoks yaratmaz mı? Ne de olsa inanç gerçekliği kendi perspektifinden gösterir. Cinlere inanan onların hikayeleri içerisinde yaşar. İnanmayan ise farklı bir gerçeklik içerisindedir. Bu gerçeklikler karşılaşabilir mi?
Bu soruya kesin bir cevap vermek zor. Ama karşılaşma çoğu zaman faydalıdır. Cin hikayeleri dinleyerek çekirdek çitlemek zararsız görünebilir. Ama psikolojik rahatsızlığı cin musallatı sayılıp cinci hocanın istismarına uğramış bir insanın yaşadıklarından keyif alacağını düşünemeyiz.

Öyleyse cinlerin ya da şu ve bu paranormal fenomeninin varlığına inanıp inanmamak pek çok şeyi değiştirebilir. Gölgelerin hikayelerden sürülmesi din adamının elini zayıflatabilir. (Tabii bu gölgelerin kaynağı insanın karanlık yönleri ve kabusları değilse.)
Cinlerin varlığına ve deneyimlenmesine ilişkin inancın yaygınlığını biliyoruz. Şaşırtıcı olansa onların varlığını ya da görülebileceğini reddeden ve ateist / deist olmayan görüşlerin de olduğudur.
İhsan Eliaçık, cin kelimesinin kökeninin ecnebi kelimesi ile ortak olduğunu belirtir. Bu benzerlik onun teorisi için önemlidir. Bu teoriye göre, cin inancı peygamber döneminde ortaya çıkan bir hurafeye dayanır.
Peygamberin cinlerle yaptığı görüşme, İslam camiasında cinlerin varlığının delili olarak sunulur. Peygamberin tek başına yaptığı bu görüşmeden sonra görüşme yerinde ateş izleri ve yemek artıkları bulunmuştur. Bunu göre ahali, cinlerin ateş ehli olduklarını ve gıdalarının ise yemek artıkları olduğunu söyler. Fakat Eliaçık, Peygamberin yabancı bir ülkenin elçileri ile görüşmüş olabileceğini iddia eder.
Eliaçık’ın teorisi yaratıcı olsa da, Arap kültüründeki cin inancını ve bunun psiko – sosyal yönlerini ihmal etmektedir. Fakat yine de bu Arap hurafesinin ve folklorünün, böyle bir karşılaşmanın ardından İslam’a sızdığını düşünebiliriz.
Bir diğer iddia ise, bazı din adamlarının cinlerin görülemeyeceği iddiasıdır. Bu iddia, Kuran’ın şu ayetlerine dayanır: “… o da kabilesinden olanlar da sizi, sizin onları göremeyeceği yerlerden görür…” (Araf, 105) İmam Şafi buradan hareketle şunu söyler: ” Kim cinleri gördüğünü söylerse onun şahitliği kabul edilmez, Kuran’a muhalefet ettiği için reddolunur.” (Lütfullah Cebeci, Kuran’ı Kerime Göre Cin ve Şeytan, s.96) Fakat bu görüşe karşı fikirler ve şerhler öne sürülmüştür.
Bu tartışma sandığımızdan geniş ve çetrefilli görünüyor. Ve takip ettiğimizde bize sunacakları sınırlı olabilir. Üstelik bu hurafe; Arap – Sami dinleri, Türk şamanist inancı, Yahudi inancı, Asur inancı, Sümer – Babil inançları gibi pek çok tarihsel yoldan bize ulaşacak kadar güçlü. Ayrıca bu hurafenin pek çok kültürden diğerine aktarılabilmesi hatta birbirinden farklı ve ilişkisiz kültürlerde farklı tezahürler halini alabilmesi, bu hurafenin insan ve toplum psikolojisinde bazı sağlam kaynaklar bulduğunu gösteriyor olabilir.
Belki de doğru soruyu sormuyoruz. Şu soru daha faydalı olabilir: Cin inancı bizi nasıl etkiler? Güçlerimizi arttırır mı yoksa azaltılır mı? (Yani Spinoza’dan hareketle şunu soralım: Cin inancı bize iyi mi geliyor, yoksa bizi daha kötü ve zayıf mı yapıyor?)
Cin inancı ve mitolojik düşünce
İnanç fenomeni ilginçtir. İlk bakışta son derece lükstür. Ama derine indiğimizde, onun ne kadar saçma formlar alırsa alsın, bir ihtiyaç olduğunu görürüz. Psikolojik bir ihtiyaçtır bu evet. Ama yaşamak için psikolojisini de belli bir dengede tutmak zorundadır insan.
Hatta ve hatta, son derece saçma bir inanç, belli bir kozmoloji içerisinde gayet faydalı olabilir. İlkel dönemde insanlar hastalıklara ve doğanın yasalarına dair bu kadar az bilgiye sahipken, ister istemez yaşadığı zorlukları hikayeleştiriyordu. Aksi halde bu kadar zorluğa nasıl dayanabilirlerdi ki?

Yani inanç öldürücü olabildiği gibi, faydalı da olabilir. Ama günümüzde cin inancı gibi mitolojik bir anlatı bize ne sunabilir? Neden bu inanca ihtiyaç duyarız? Hurafeler bize ne katar?
Cinlerin gölgelerde ve izbe yerlerde yaşadığını biliriz. Cinlere karışmak isteyen, insanlardan kaçmak mı ister? Korkunç da olsa her hayal, gerçeğin doğuracağı kaygıdan evla değil midir?
İnanç fenomeni, gerçekliğin reddi olmasa da, onun kapsamlı bir çarpıtılışıdır. Ve gerçeklikle kurduğumuz belirli türde bir ilişkiye denk düşer. Bu ilişki korku dolu, tedirgin ve pasif bir bağdır.
Bu ilişkinin örneği ilkel insandır. İlkel insan, doğa olayları, fizik yasaları ve hastalıklar karısında çaresizdi. Şaman gibi spirütüel önderler, mistik törenlerle belalara sebep olan ruhları yatıştırmaya çalışırdı. Tıbbın ve kimyanın olmadığı bir çağda, hasta çocuğunuzu kurtarmak için hiçbir şey yapamadığınızda dua etmekten başka ne gelirdi elden?
İlkel insan işte pek çok sorun karşısında bu çaresizlik içeririsindeydi. Ve sorunlarına çözüm bulamasa da, en azından bu sorunlara bir gerekçe bulmak durumundaydı (delirmemek için). Tam da bu yüzden, animistik inançları, ruh öğretisini ve atalar kültünü icat ettik. Bu hikayeler sorunlarımızı çözmese de, bir anlam bütünlüğüne kavuşturuyordu ve bu inançlar o gün bizim için faydalıydı.
Peki bugün cin inancı gibi ruhçu görüşlere hala ihtiyacımız var mı? Evet, ilk çağda epilepsinin açıklamasına ve tedavisine sahip olmadığımızdan, bu hastalığı cinlerle ilişkilendirmek makul olabilir. Ama bugün bu açıklama bir işe yarar mı? Yoksa bize zarar mı verir bugün bu inançlar?
Benim kanımca, cin inanışının mitolojik tonlar içerdiğini söyleyebiliriz. Evet, inanç insanın bir ihtiyacıdır. Ama mitolojik düşünce tarzı, başka bir düşünme alışkanlığıdır ve günümüze uygun görülmemektedir. Mitoloji, ilkçağda insanı dinç tutsa da, bugün uykuya sevk etmektedir çünkü.
Sonuç olarak, mitolojik düşüncenin bugünün insanı için gerici ve zararlı olduğunu söyleyebiliriz. Peki cin inancı bu durumu nasıl örnekler? Hangi fenomenleri örnek olarak gösterebiliriz? Cinler hurafe olmanın ötesinde bir tehlike olabilir mi?
Cinler, uyku ve kaçış
Cin inancı gibi hurafeler, hikayelerin pasifliğine dayanır. Fenomenler genelde bir sorunla başlar. Eşler arasındaki uyumsuzluk, imsomnia ya da depresyon gibi rahatsızlıklar ya da kaygı bozukluğu gibi bir sorun vardır temelde. Ama bu sorun, kolaylıkla yüzleşilip açılabilecek bir şey değildir. Ya da bu sorunu fark edip müdahale edecek kültürel sermaye yoktur.
Yani kişi, ihtiyacını tespit edecek durumda değildir. Bunun yerine bir kaçış hikayesi geliştirilir. Kişi uyuyamaz çünkü cinler tarafından rahatsız edilir. Karı koca kavga eder çünkü onlara büyü yapılmıştır. Kişi kabus görür çünkü iyi saatte olsunlar onu ziyaret etmiştir.
Evet, aslında bunlar birer açıklamadır ve mitolojik düşünüş içerisinde rasyoneldirler. Ama bunlar kötü açıklamalardır. Çünkü kişi bu açıklama ile sorunu çözemez, sadece sorunu erteler, sorundan kaçar ya da onu bastırır. Ama psikoloğa gidecek ekonomik güce ya da bilince sahip değilse başka ne yapabilir ki?
Yani kahramanımızın içerisinde olduğu durumda, uykuyu seçmekten başka çaresi yoktu. Ama bu seçim, belki de tüm hayatını belirleyecektir. Çünkü insan farklı olaylar yaşasa da, aynı beynin aynı nöronları ve nöron bağları ile yeni kararlarını alır. Tam da bu yüzden insanın karakteri kaderidir.
Rasyonel düşünce yerine mitolojik ruh seçildiğinde, geriye tek bir seçim kalır: Hangi hurafe seçilecektir? Cinlere mi? Uzaylılara mı? İllimunatiye mi? Komplo teorilerine mi? Lozan’ın 2023’te iptal olacak gizli maddelerine mi?

Komplo teorileri ve hurafeler
Komplo teorileri neden kötü ve yanlış bir inançtır? Bu inanış neden insanın güçlerini azaltır, özgürlüğünü kısıtlar ve aklını zayıflatır?
Çünkü komplo teorileri, cin inanışı gibi, insanın korkusuna dayanan masallardır. Fakirlikten, gelecek kaygısından, enflasyondan korkan insan hak aramak yerine neden bu masallara sığınır peki?
Çünkü yozlaşmış bir halk, yozlaşan masallara inanır. Bu masallara uykunun rahatlığı, ağrı kesicinin huzuru, linç kültürünün oyuncu hakları dahil edilmiştir. Burada bir tür medya yönetimi söz konusudur.
Komplo teorileri ve batıl inançlara inanma arasında da pozitif bir ilişki bulunmuştur (Darwin ve ark., 2011; Swami ve ark., 2011). Bu madde de teleolojik düşünme ve dini inanç sahibi olmakla ilgili olup, yine hayatı mantıktan çok sezgisel/duygusal eğilimleriyle yorumlayan insanlarda komplo teorilerine karşı daha çok yatkınlık olduğu bulguları ile paraleldir.
Fatih Birinci, Evrim Ağacı’nda “İnsanlar Neden Komplo Teorilerine İnanıyor?“
Oysa hiçbir cerrah sevilmez. Düşünmek ve öğrenmek zaman alır. Ahlak, adil olmayan bir düzende maliyetlidir ve lükstür. Üstelik böyle bir düzende adil ve erdemli olmak karlı değildir. O halde insanların kolay olanı seçmesi anlaşılırdır. Çünkü insanlar basit ve kötüdür.

Komplo teorisi, egemen ile özdeşlik kurup kendini güçlü hissetmenin bir yoludur. Herkes Muaviye olmak ister. Linç kültürü sinekleri kendisine çeker. Bu koşulan, kısa vadede tatlı olandır. Çürümenin kokusu ise çok sonra hissedilir.
… meseleye bu çerçeveden bakıldığında son günlerde ortaya saçılan komplo teorilerinin ve hurafelerin nedeni de anlaşılacaktır. Gericilik komplo teorilerini sever ve hurafelerden beslenir. Dünyayı ve siyaseti bunlar aracılığıyla yorumlamaya çalışır. Bu yüzden her başı sıkıştığında komplo teorilerine başvurur. Bütün savunma ve saldırı stratejileri bu hurafelerin üzerine inşa eder.
Haluk Hepkon, Haşhaşiler Tapınakçılar Ecinnier Mehdi, Odatv’de yayınlanmış yazı
Eleştirel düşünce ve teleoloji
Eleştirel düşünce, akıl yürütme ve mantığın işletilmesine dayanır. Tabii bu süreç, doğru verilerin toplanması ve işlenmesi gibi bir aşamayı da içerir. En önemli olansa hem verilere, hem verileri toplama yöntemine, hem de akıl yürütme sürecine ilişkin şüpheciliği koruyabilmektir.
Descartes modern düşünceyi, şüphe yöntemi ile kurmuştu. Komplo teorisi ise bambaşka bir düşünce hareketine dayanır. Komplo teorisyeni, verilerden ve nedenlerden sonuca ilerlemez. Onun yaptığı, bir hikaye ve inancı aklileştirmek, yani onu temellendirmeye çalışmaktır.
Bu nasıl yapılır? Tabii ki yanlış akıl yürütmelerle. Komplocu yetersiz sayıda örnekten bir örüntü devşirerek onu teorileştirebilir, dünya tarihi gibi geniş bir alanı birkaç ilke ile açıklayıp pek çok faktörü göz ardı ederek dünyayı 5 ailenin yönettiğini iddia etmek bu durumu örnekler.
Bir başka örnekse, neden sonuç bağı göstermeyen zamansal ardışıklığı rasyonel bir ilişki olarak görmektir. Örneğin bir depremin ülke için kritik bir dönemde gerçekleşmesini, birileri yine düğmeye bastı diye yorumlanabilir komplo teorisyeni. Onun yardımına HAARP komplo teorisi yetişir. Jeoloji bilimine göre hiçbir araç böyle bir güç üretemeyecekken, bir düşman gemisi bu doğal afetin sorumlusuna dönüştürülür.
Bu örneklerde ve çoğu komplo teorisinde, teleolojik yani erekselci bir yaklaşım buluruz. Bu yaklaşım, çeşitli motivasyonlarla birtakım durum ve olayları, yeterli done olmadan yanlış şekilde açıklar. Bu açıklama, birtakım yan argümanlarla da desteklenebilir.
İlginç olansa hurafelerin de komplo teorileri ile benzer şekilde, teleolojik akıl yürütmelere dayanmasıdır. Herhangi bir rahatsızlık ya da doğal olayın cinlere bağlanması, duygusal – psikolojik bir rahatlama yanında bir de yanlış akıl yürütme bıraktığı açıktır. Burada hikaye insanı rahatlatır, ama nedensellik değil ereksellik ve aklileştirme aracılığı ile.
Yaşam gücü, akıl ve eleştirel düşünce
Uyku ve çürüme, yaşam gücünün karşıtıdır. Fakat uykunun konforlu olduğunu hepimiz biliriz. O halde uykuyu mu, yoksa yaşamı mı seçeceğiz?
Yaşamı seçmek güçtür. Bunun için hem düzenin önerdileri ile, hem kendi isteklerimizle mesafe almamız gerekir. Oysa orta ve uzun vadede akıl ve eleştirel düşünce, kişi için çok daha sağlıklıdır. Ama insan çoğu zaman kendisi için iyi olanı seçemez.
Yaşam, mücadele ile geçer. İnsan türü buna uygun olarak gelişti. Ve mücadele ile ilgili birçok strateji geliştirdik. Düşmanla mücadele etmek de, en az zararı görmek için hareketsiz kalmak da, düşünmek de, uyumak da… bu stratejilerdendir.
Ama her stratejinin sonuçları vardır. Kaplanla karşılaşınca ölü taklidi yapmak mantıklı olabilir. Kaplan tehlikesi ile baş edemeyen insanların, onu kötücül bir tanrı haline getirmesi de yararlı bir aklileştirme olabilir. Ama günümüzde siyaset ve ekonomi gibi konularda, rasyonel ve eleştirel düşünceye dayanmak yerine inanca yaslanmanın ne faydası olabilir ki?
İşte tam da bu yüzden, politika gibi bir alanda komplo teorileri ve inanç yerine aklın hakim olması gerekir. Bu açıdan, günümüzde popülist siyasetin doğurduğu tehlikeler açıktır. Popülizm ve inanca dayalı kozmolojilerle insanları doğru bir noktaya taşıyacağını iddia eden politikacı yalan söylüyor. Bu yalana kendisinin inanıp inanmadığı ise önemsizdir.
Sonuç: Komplo teorisi, cinler ve diğer masallar
Bu yazıda incelediğimiz üzere, cin inancı gibi hurafeler ve komplo teorilerine inanmak, temelde ilişkilidir. Bu ilişki, rasyonel ve eleştirel düşünce yerine masal ve hurafelerin tercih edilmesinden kaynaklanır.
Yani cinlere inanan bir insanın, siyasal kozmolojiye ve komplo teorilerine inanmasına şaşırmamalıyız. Öyleyse farklı alanlardaki hurafelerin birbirini beslediğini ve desteklediğini söyleyebiliriz. Akıl ve eleştirel düşünce, bu kozmolojilerde tamamen dışarıya atılır. Sonuç olarak farklı alanlara ait olsalar da, inanca dayalı alçak kültür fenomenlerinin birbiriyle ilişkili olduklarını söyleyebiliriz.
İnsan bitmemiş bir savaş alanıdır. Bu savaş alanından kimin sağ çıkacağı, kimin çıkamayacağı belirsizdir.