Türk korku sinemasında cin filmlerinin son yirmi yıldaki yükselişini hep birlikte izledik. Dahası bu durum, Mehmet Berk Yaltırık gibi pek çok eleştirmen / yazar tarafından da dile getiriliyor. Cin filmleri neden bu kadar popüler? Cinler korku filmlerine nasıl musallat oldu? Ben bu yazıda, bu fenomenin sebepleri üzerine düşünmek istiyorum.

Cinler Türk korku sinemasına nasıl musallat oldular? Türkiye’de üretilen korku filmlerinin çoğu neden cin filmi? Cin korku filmlerinin yaygınlığını nasıl açıklayabiliriz? Sadece bu filmlerin gişe başarısı ya da yapımcıların yeni ve orijinal işlere fırsat verme gönülsüzlüğü mü cevap? Yoksa bu durumun kültürümüzün devinimi ve dönüşümü ile ilişkisini mi incelemeliyiz?

Aslında Türk korku sineması, Karanlık Sular (Kutluğ Ataman), Okul, Büyü, Beyzanın Kadınları, Ada: Zombilerin Düğünü vs. gibi korku filmleriyle hatırı sayılır bir ivme kazanmıştı. Kazanılan bu ivme nasıl kaybedildi ve korku filmleri nasıl tek tip cin filmlerine teslim oldu? Cin filmleri nasıl en çok izlenen korku filmleri haline geldi?

Dinsel arka plan ve korku sineması

Korku sinemasının bizi nasıl cezbettiğini, her izleyici bilir. Gizemli bir hikaye, karanlık tonlar, sessiz gerginliği takip eden ani hareketler… Korku çok yoğun bir duygudur ve izleyicisini içinde olduğu an’a ve duyguya bağlar. Belki bu heyecan, belki korkunun yoğunluğu ve sonrasında getirdiği rahatlama sebebiyle korku filmi izleriz.

Peki korkunun dozu sinemada nasıl arttırılır? Bu sorunun pek çok cevabı var. Korku filmlerinde senaryoda kullanılacak teknikler, insanın bilinçaltı ya da içgüdülerine hitap eden korku ögelerinin yaratılması ya da işlenmesi, efektler, ses, ışık… gibi pek çok sinematik teknik kullanılabilir.

Ama korkunun dozunu arttırmanın sinema ile daha az ilgili yöntemleri de olabilir. Örneğin korku filmlerinin konu seçiminde, daha popüler motiflerin seçilmesi gibi. Cin filmlerinin yükselişinde bu etkenin önemli olduğunu düşünüyorum.

Peki cin inancı gibi hurafeler neden korku dozunu kolayca arttırır? Çünkü cin hikayelerini hem evlerimizde anneannelerimizden dinledik, hem okulda din kültürü dersinde bunları okuduk…

Cinlerden korkarız, çünkü cinlerin gerçekten var olduğuna ikna edilmişizdir. Vampir hikayeleri Rumeli kültüründen dolayı kültürümüzün parçası olsa da, ihmal edildiğinden toplumumuzda ve anlatılarımızda yeterince alan edinemedi. Kurtadam gibi figürler ise daha da az tanınıyor.

Yani yapımcılar cin hikayelerini kullanırken, toplum içerisinde dini kurumlar tarafından yıllardır beslenmiş bir korkuyu kullanmış oluyor. Yapımcılar için bu tercihin neden mantıklı olduğunu bu perspektif açıklıyor kanımca. Cin filmlerinin yapımcılar tarafından bu kadar çok tercih edilmesinin sebebi açık.

Eğer cinlerin ve paranormal olayların dinsel anlatı ile ilişkisi konusu ilginizi çektiyse, ‘Cinler, paranormal olaylar ve din‘ yazımı okuyabilirsiniz.

Dinin yükselişi ve cinlerin intikamı

Türkiye için 1980 sonrası, dinin güçlendiği bir dönemdi. Komünizme mücadele ve yeşil kuşak projesi, Suudi sermayesi ile birlikte en etkili afyonu zerk etti kültüre: Din. Dinin ve dinsel örgütlenmeleri her alanda yükseldiği bir 40 yıl yaşadık/ yaşıyoruz.

Ama bu süreç komünizmin yıkılması ile hız kesmedi. Yalçın Küçük, sermaye sınıfının bu afyonu bilinçli olarak kullandığını söyler. Çünkü sermaye, neoliberalizmin geniş halk kesimleri için büyük bir yoksulluk getireceğini biliyordu. Bu gibi durumlarda ise en etkili sakinleştirici dindi.

Yalçın Küçük bizim tespitimizi destekleyecek ilginç bir spekülasyon yapar. Türkiye, İran, İsrail gibi ülkelerde yapılan İslami kaynaklı ya da yönelimli darbelerin, demokrasi adı altında yükselen popülizmin ve cahilliğin, karamsarlıkla birlikte gelişen nihilizmin çağımızın yeni vebaları olduğunu düşünür Küçük. Ona göre bu semptomların toplamını Ortaçağ’a dönüş olarak adlandırabiliriz. Çünkü ortaçağda modernizm aksine korku, mistisizm, geleceğe ve akla güvensizlik hakimdi.

Günümüzde gelişen post modernist göreliliğe dayalı yaklaşımların, dini akımların, New age dinlerin ve mistik inanışların gelişimini, bu pencereden genellemeler okuyabiliriz. Her halükarda, dini yaklaşımların günümüzde güç kaybettiğini söylemek zordur. Özellikle de 80 darbesi sonrası tarikatların güç kazanıp devleti ele geçirme girişimlerinde bulundukları ve İslamcılık akımının iktidara geldiği bir ülke için, bu argüman daha da güçlüdür.

2005 yılında Türk korku filmlerinin arasına farklı konusuyla Dabbe konuk
oldu. Japonya’da yaşayan Hasan Karacadağ’ın üçlemesinin ilk filmi olan Dabbe
kıyametin gelişini anlatmaktadır. İslam inancına göre kıyamete yakın dünyaya Dabbet’ül Arz adında bir yaratık gelecek ve kıyameti başlatacaktır. Dabbe konusunu ve adını buradan almaktadır. Filmin kaynağı ise Kur’anı Kerim’dir. Karacadag filmin tüm içeriğinin Kur’andan alındığını belirtirken Dabbe’nin ilk Türk-İslam Korku filmi olduğunun da altını çiziyor.

Korku Sinemasında Vampir Filmleri ve Korku Filmlerinin Değişen Sürecinde Değişen Vampir İmgesi, Mesut Aytekin, s.95

Dabbe’tül Arz filmi, cin filmlerinin yükselişinde önemli köşe taşlarındandır. Film, interneti amaçları için kullanan paranormal varlıklar, yani dabbe ve kullandığı cinler karşısında, seküler insanın ne kadar çaresiz olduğu gerçeğine dayanır. Zamanı için iyi bir apokaliptik filmdi belki. Ama haber verdiği asıl kıyamet, seküler korku filmlerine aitti.

İşte kıymetli cinlerimiz ve korku filmi yapımcılarımız tam da bu dalgaya binip yol almışlardı. Cinci Hocalar, Adnan Oktar, diğer tarikat liderleri ve sahte mesihler de aynı akımı kullanarak pek çok insanı zehirlediler ve onları rahatlıkla kullandılar. (Günümüzde komplo teorilerinin de benzer şekilde popülerlik kazanması dikkate değerdir. Cinler ve komplo teorileri ile ilgili yazıma bu linkten ulaşabilirsiniz.)

İslamlaşma ve cin hikayesinin baskıcılığı

Cin anlatısı, sadece son kırk yılda güçlenmedi. Cin anlatısının güçlenerek iye, albastı, obur, gulyabani vs. gibi figürleri geri plana itmesi daha geniş bir süreçtir. Bu sürecin başlangıcı, Türklerin ve anadolunun İslamlaşmasına kadar geri götürülebilir.

Örneğin alkarısı bugün anadoluda kötü dişi bir cin olarak kabul edilmektedir. Oysa bu karakterin seceresi Orta Asya’daki kadim uygarlığa kadar uzanır. Tabii bu durum son derece anlaşılırdır. İslam inancını kabul eden Türkler kendi kültürlerini yeni kültürel düzleme entegre etmek istemişlerdi. (Alkarısı ile ilgili yazıma ulaşmak için bu linki kullanabilirsiniz.)

Benzer bir dönüşümü, şamanik inanışların bir kısmının cin anlatısına katılmasında da görebiliriz. Örneğin bazı cinlerin dere yatağı gibi yerleri sahiplenmesi, eski türklerin iye inanışı ile benzerdir. Eski Türklerde her bir ağacın, her bir derenin, her bir dağın bir iyesi, yani koruyucu bir ruhu bulunurdu.

Benzer bir erozyon, Rumeli’den anadoluya sızan vampir ve kurtadam anlatılarında da görülür. Son derece orijinal ve yerel korku motifleri, bir bir unutulmuş ve bunların yerine dinsel motifler almıştır. Yine bu korku motiflerinin, Karanlık Sular gibi birkaç film dışında bizim korku filmlerimizde yeterince işlendiği söylenemez. (Bu motifler bizim kültürümüze dahil olsa bile.)

Kutluğ Ataman’ın senaryosunu yazıp yönettiği 1994 yapımı Karanlık Sular’
da ise korku atmosferi içinde, korku ögelerini barındıran ikinci tartışmalı filmimizdir. Film korku filmi olarak kabul edilmese de bireyin geçirdiĞi dönüşümü anlatmak için mistik ögeleri ve vampir metaforunu kullanmaktadır. Kan emicilikle yozlaşma arasında ilişki kuran film vampir ve burjuvazi ilişkisine göndermelerde bulunmaktadır. Yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi olan Karanlık Sular Yedinci Ankara Uluslararası Film Festivalinde ‘Seçiciler Kurulu Özel Ödülünü’ almıstır.

Korku Sinemasında Vampir Filmleri ve Korku Filmlerinin Değişen Sürecinde Değişen Vampir İmgesi, Mesut Aytekin, s.87

Aynı çöküş durumu, anadolunun daha kadim anlatıları için de geçerli İnanna ve Kibele anlatılarının devamı ve negatif versiyonu olan Lilith anlatısı da benzer şekilde zayıflar. Bu anlatı devamını ancak bazı cin anlatıları ile sürdürür. (Lilith ile ilgili yazım Lilith Efsanesi ve ‘Çölde Uyuyan Sır’ a buradan ulaşabilirsiniz.)

Cin filmlerinin zaferi neden tehlikeli

Bu tespitleri yapmamızın bir sebebi olmalı. Sadede gelelim. Cin hikayelerinin diğer anlatıları bastırmaya neden tehlikelidir? Korku sinemamızı tek tip cin filmlerinin ele geçirmesi bize ne kaybettirir? Korku filmleri neden bu kadar önemli?

Genelden başlayalım. Bir hikaye türünün diğerlerini baskılaması ve onları ortadan kaldırması neden kötüdür? Çünkü bu olay kültürün zenginliğinin azalması manasına gelir. Oysa kültürler zaferlerden çok, kültürlerarası karşılaşmalardan beslenirler.

Bu durumun en iyi örneklerinden birisi, Anadolu kültürüdür. Binlerce yıllık tarihimize rağmen, techir, emperyalist savaşlar vs. gibi sebeplerle, bugün tarihimizde yer almış kültürlerin çok sınırlı bir kısmına sahibiz. Oysa Atatürk’ün cumhuriyetin ilk yıllarında Sümer ve Hitit araştırmalarını başlatmış olması, çok daha geniş bir perspektifi olduğuna işaret ediyor. Bugün ise ne yazık ki bu vizyondan uzağız.

Bir diğer fakirleşme ise, korku sinemamız. 20. yüzyılın sonundan itibaren korku sinemamızın bir ivmeden söz edebiliyoruz. Ama 21. yüzyılın ilk yirmi yılından sonra elimizde tek tip cin filmlerinden fazlası yok. Oysa Okul, Beyzanın Kadınları, Karanlık Sular (Kutluğ Ataman), Ada: Zombilerin Düğünü gibi filmler yaratıcı başlangıçlar sunmuştu.

Bazı yaratıcı ya da farklı cin korku filmlerinden söz edebiliriz. Örneğin Siccin-3: Cürmü Aşk filmi. (Siccin-3: Cürmü aşk filmi, klasik cinlerin musallat olması anlatısını tersinden kurduğu için ilginçtir. Siccin-3 filmi ile ilgili yazıma bu linke tıklayarak ulaşabilirsiniz.) Fakat bu filmin ait olduğu seri bile, pek çok çerezlik korku filmi içeriyor.

Korku filmlerinin kalitesinin düşüşü

Ama sinematik tek tehlike, farklı korku filmi türlerinin denenmemesi değil. Dinsel öğrenilmişliklere dayanıyor cin filmleri. Cin filmleri konuları gereği güçlü motifleri dayandığından, sinematik etkiyi zorlamıyor ve yeni arayışlara girmiyor. Oysa güçlü korku filmleri, psikolojiyi, kültürün karanlık alanlarını, insanın sınırlarını… daha pek çok alanı işlemeli. Klasik korku motiflerini işleyen filmlerin ise bu imkanları ne kadar kullandıkları şüpheli. Süreç bu şekilde işlediğinden, ister istemez korku filmlerimizin kalitesi de düşüyor.

Son olarak, cin filmlerinin dinsel korku kültürünü beslemesi tehlikesi ile karşı karşıyayız. Korku her duygu gibi işlevsel olsa da, hayatı yönlendirecek güce ulaşması son derece zararlıdır. Toplumun korku ile dizginlenmesi yarardan çok yozlaşma getirir. Bu yol ile özgür insanlardan oluşan bir toplum değil, bir kalabalık elde ederiz ancak.

Ek: Klasik ve vasat bir cin filmi olan Asmoday: Cin-ür Racim filmiyle ilgili eleştirel yazıma buradan ulaşabilirsiniz.

Bir Cevap Yazın

Trending

Alçak kültür sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et