
Paranormal deneyimler ve hikayelerin, bilinçaltı psikolojik mekanizmalar ile benzer bazı örüntülere sahip olduklarını iddia edeceğim bu yazıda. Bu iddiayı, bazı örnekler üzerinden ortaya koymaya çalışalım.
Doğaüstü olaylar neden bilincin değil bilinçaltının izinden gider? Bilinçaltının muğlaklığı ve kontrolsüzlüğü ile doğaüstünün belirsizliği ve gizemi neden ilişkilenir? Cinler neden akıl ve zihinden kaçar?
Bu soruların nihai cevabını bulmak kolay olmayabilir. Ama bu ilişkinin izlerini incelersek, insana ilişkin bazı motifleri takip edebiliriz. Bu izleri takip edebilirsek cin çarpması, nazar, büyü, beddua gibi inançsal fenomenlerin kaynaklarına ilişkin bir açıklık kazanabiliriz.
Paranormal deneyimin paylaşılması
Peşine düşebileceğimiz benzerliklerin ilki, halk arasında yaygın olan paranormal deneyimlerin anlatılmaması inancıdır. Bu inanç özellikle ermislerin görülmesi, hızırın yardıma gelmesi, iyi cinlerin kişinin cebine para ya da değerli taşlar koyması gibi hikayelerle ilişkilidir. İnanç odur ki, böyle bir deneyimin paylaşılması, bu olayın sona ermesine sebep olur.
Bu inanca örnek olarak, eski halk hekimliğindeki şerbet dökme adeti gösterilebilir. Bu adet, cinlerden geldigi düşünülen hastalıklar olduğunda yapılırmış. Eski bir İstanbul adetine göre, hasta yakını su ve şekerden ibaret olan şerbeti hazırlar ve tenha gece yarısı tenha bir dört yol ağzına gider. (Dört yol ağzının gizemine, Avrupa cadı ve peri kültüründe de rastladığının altını çizelim.)
Şerbet burada dökülürken, “Al derdimi, ver sağlığımı, biz dizin ağzınızın tadını veriyoruz, siz de bizim ağzımızın tadını verin” demek adettir. Şerbet döküldükten sonra döken kimsenin hiç arkasına bakmadan evine dönmekte acele etmesi ve Şerbet döktüğünü herkese söylememesi şarttır. (Mehmet Halit Bayrı, İstanbul Folkloru, s.103) Bu adette kişinin cinlerin ziyafetini bölmemek için arkasına bakmaması ve bu gizemden bahsetmenin yasaklanması dikkate değerdir.
Yani paranormal bir deneyim yaşayan ve bunun devam etmesini isteyen kişi, bu olayı kimseye anlatmamalıdır. Bu motifte gizemle ilişkilenen paranormalin, normalin ölçütlerinden kaçma eğilimi ile karşılaşırız.
Bu motif, psiko-terapinin en temel ilkelerinden birisi ile benzerdir: terapi alan hasta, yaşadığını hikaye ederek onu dışsallaştırmadığı sürece, onu aşamaz. Anlatmanın rahatlatıcılığını ise hepimiz tanırız: İşte ya da okulda kötü bir gün geçirdiğimizde bu yüzden bir arkadaşımızla sohbet etmek isteriz.
Belki de bu öğreti, para-normal ve para-psikolojik olanın aşılabilmesi için toplumun kişiye verdiği bir öğüttür. Yaşadığın olayı anlat ki aşabilesin. Çünkü aşamadığımız her olay bir yaraya dönüşüp diğer yaralarla ve karanlıktaki hayaletlerle birlikte bilinçaltını işgal edecektir.
Cinler ve gölgeler

Paranormal deneyimlerde, cinler ve hayaletler karanlık ve gölgelerin içindedir. Genellikle cinlerin ıssız ve pis yerlerde bulunduğu anlatılır. Hatta ve hatta cinlerle ilişki kurmanın yollarından birisinin, kutsal kitabı pis yerlerde tutmak ve bir süre bekledikten sonra içinden bir ruhun çıkması olduğu anlatılır. Bazı hikayelerde ise kutsal kitap yatağın altına konup bazı tılsımlarla birlikte
Cinler neden ışıktan kaçarlar? Burası net değilse de, akıl ve mantıktan kaçanların ışığa değil karanlığa yönelmesi tutarlıdır. İnsan zihni de böyle değil midir? Bilincin buzdağının gizli kıvrımlarında yarım yamalak anılarımız, en büyük korkularımızın kılığına girmek için beklemez mi?
Üstelik cinler de çoğunlukla kabuslarımızdaki yaratıklar gibi formsuzdur. Kabuslarımızda bir insan, bir hayvan ve daha başka yaratıkların iç içe geçmeleri ya da birbirlerine dönüşmeleri sık görülür. Benzer şekilde cinler de bazen bir hayvanın, bazen definenin, bazen bir insanın formuna girebilirler. Formun dönüşebilirliği ve formsuzluk, bu ruhsal varlıkların tüm doğanın ruhu olacak kadar genişlemelerine sebep olur. Cin, peri inancı ile paganizmin benzerliği de buradadır.
Cinlerin isimleri söylenince gelmeleri
Hepimizin duyduğu gibi, pek çok insan cin yerine üç harfli demeyi tercih eder. Bu inancın sebebi, isimlerini söylenince bu ruhların geleceği inancıdır. Benzer bir inanış Yahudi dininde de vardır. Yahudiler Tanrı’ya kendi dillerinde “the name” benzeri bir zamirle işaret ederler. Çünkü onun adını gereksiz yere anmanın saygısızlık olacağına inanırlar.
Benzer inanışlar, atalar kültü öğreti ve inançlarında da vardı. Eski Türkler ataların ruhlarının belirli günlerde eve geleceğine inanırdı. Bu yüzden onlar için bir köşe ayrılırdı. Belirli günlerde bu ruhlar için çeşitli anmalar düzenlenirdi.
Paranormal anlatılarda, cinlerin çeşitli türleri ve cinsleri vardır. Bazı cinler en derin korkularımız gibi karanlıkta ve ıssizlikta yaşarken, bazı cinler evhamlarımız gibi evimizin içinde yaşarlar ve isimleri söylendiğinde tepki bile verirler. Aynı bilinçaltı güçler gibi, paranormal varlıklar da onlara ihtiyaç duyduğumuzda belirir.
Kendimizle ilgili kötü inançlarımız, evhamlarımız ve korkularımız da isimleri söylendiğinde bizim için var olmazlar mı? Ve bu hayaletler, kendilerini tekrar ettikçe bizim için somutlaşırlar. Cinlerin de biz onları andıkça ve onlara yöneldikçe belirmeleri de bu duruma benzer. Dahası benzer şekilde, cinlerle uğraşanlara cinlerin musallat olacağı söylenir. Aynı şey kabuslar için de geçerli değil midir?
Heidegger’in dilin varlığın evi olduğu iddiası da bu konuyla ilgili. Dil, varlığın sınırlarını ve anlamını belirler çünkü. Dile getirilmeyen, var olamaz.
Sonuç: Cinler ve kabuslar
Ele aldığımız örneklerde görüldüğü gibi, paranormal anlatı ve hikayelerin pek çok motifi, bilinçaltı motiflerle benzerlik gösterir. İnsan zihnini gündüze benzetirsek, bilinçaltına gece ve karanlık kalır. İşte tam da bu yüzden, bu gizemli hikayelerle insanın gizemi iç içedir.
Tam da bu yüzden cinlerin varlıklarını tartışmak bir anlamda önemsizdir. Bu konu kabuslarımızdaki yaratık ve olayların gerçek olup olmadığı sorusu ile benzerdir. Kabuslar bize dünyanın belirli bir görünme biçimidir ve aynı zamanda bizim dünyaya katlanmamızın bir yoludur. Bu anlamda belki de gerçekten daha gerçektirler.
Cin, peri, hayalet gibi fenomenlere ve anlatılara da bu yüzden ihtiyaç duyarız belki. Aklın ışığı dünyanın tamamını aydınlatamadığı gibi, kabusları da egemen olamaz. Belki de insanoğlu, bu karanlığı dünyaya paranormal olaylar şeklinde yansıtarak ondan kurtulmaya çalışmaktadır.
Sonuç olarak, paranormal deneyim ve hikayelerin bilinçaltı bazı mekanizmalar ile ilişkisinin olduğunu iddia edebileceğimizi görüyoruz.