Eve cin musallat olması ve fenomenolojisi

Bir eve cinlerin musallat olduğunu nasıl anlarız? Ya da neden bunu anlama ihtiyacı hissederiz? Cin ve perilerin bir mekanı sahiplenmesi insan psikolojisinde hangi yönlere denk düşer? Yani bu hikayenin kaynağındaki korkular nelerdir?

Mekanlar nasıl olur da büyülenir? Nelere katlanamadığımızda bu korkuları davet ederiz? Hangi korkularımız cinlere dönüşür? Ve nasıl evimize cinler musallat olur?

Ev, insanın ilk dünyası ve bilinçdışının davetçisidir. Burası hem hayaller, hem de korkularla doludur. Ve her ev bir ölçüde travmatiktir. Öyleyse ev kafamızın içindeki hayaletlere de ev sahipliği yapar.

Bu yazıda, korku fenomeninin evle ilişkisini, cinlerin eve musallat olması hikayesi üzerinden inceleyelim. Ve bu hikayenin fenomenolojisini çıkarmaya çalışalım.

Cinler ve büyülü mekanlar

Birçok mitoloji ve kadim öğretide, cin ya da benzer isimlere sahip görünmez varlıkların mekanları sahiplenebileceği anlatılır. Bu anlatıların bazılarını inceleyelim. (Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi)

Asur mitolojisinde, utukku denilen cin türü çölleri mesken tutar ve kervanlarla gezginlere musallat olurlardı. Bu ruhlar çöldeki yolculara çeşitli tuzaklar kurup yollarını kaybetmelerine sebep olurdu. Eski Kelt inancında ise iyi ve kötü cinlerin mağaralarda ve ormanın derinliklerinde yaşadıklarına inanılırdı.

Eski Germenlerde hem evi koruyan iyi ruhlardan, hem de orman, ırmak, kuyu gibi yerlerde yaşayan cinni varlıklardan söz edilir. Çin mitolojisinde ise Kuei’ler ölmüş insan ya da hayvanların ruhlarıdır ve yaşayanları aldatmak için çeşitli şekillere girebilirler. Bunlar yine ırmak, mağara, orman, dağ gibi yerlerde yaşarlar.

Zerdüşt inancında cinler kirli ve pis yerleri ve ölü kulesi adı verilen Dakhma’ları sık sık ziyaret ederler. Eski Türk ve şaman inançlarında ise, tüm doğa ruhlarla doludur.

Cinler ve İblisler, Kral Süleyman’a kendilerini tanıtıyor.

Cinlerin eve musallat olması

Birçok cin hikayesi, cinlerin insanların yaşadığı yerleri mesken tutabileceklerini anlatır. Oysa İslam mitosuna göre, cinler insanlardan uzak, tenha ve izbelelik yerlerde yaşar. Bu yerler ya şehirlerin ve köylerin dışındaki tenha alanlardır ya da insanların terk ettiği eski yerleşim yerleri / binalardır.

Bunun dışında bazı cin türlerinin insanların evlerinde de yaşadığı anlatılır, örneğin Amar cinleri. Bunlar çocukların oyunlarına katılır ve besmelesiz yemeğe ortak olurlar. Fakat bunlar çok özel durumlarda insanlara zarar verebilseler de, güçlü cinler değildirler.

Ama bazı özel durumlarda, ifrit gibi güçlü cinler insanlara ve evlere musallat olabilirler. Bu olay genellikle büyü yapılması ya da bir cinin bir insan tarafından yanlışlıkla öldürülmesi gibi durumlarda vuku bulur.

Büyü, büyü ile uğraşan bir büyücünün, büyü yapılacak kişiye kendi emri altındaki cinleri musallat etmesi ile gerçekleşir. Örneğin sabun büyüsü bunun bir örneğidir.

Sabun büyüsünde, büyü yapılacak kişinin evine bazı işlemlerden ve okumalardan geçirilmiş bir sabun yerleştirilir. Bu sabun tercihen banyo, tesisat, süs havuzu, yalak gibi ıslak yerlere koyulur. Bu sabun eridiği sürece cinler o kişiye musallat olur ve sabunun tamamen erimesi ile de o kişi ölür.

Buna benzer başka büyülerde de, büyülü nesneler kurbanın yaşadığı yere yerleştirilir. Bu şekilde kişinin yaşam alanının zehirlenmesine çalışılır.

Bazı hikayelerde ise bir evde öldürülen bir çocuğun ya da yetişkinin ruhunun o mekana musallat olduğu anlatılır. Bu pek çok filmde işlenen bir motiftir. Huzursuz ruh, yaşayanları tedirgin etmek ve intikam almak için evden ayrılmaz. Yani ruh, mekanın yaralı belleğine ve vicdanına dönüşür.

Eve cinlerin musallat olmasıyla ilgili bir diğer inanç ise, eski İstanbul’da yaygın olan şerbet dökme adetidir. Bu adete göre, yeni bir ev kiralanarak ya da satın alınıp buraya taşınıldığında, ev sahibi buradaki cin ve perilerle iyi geçinmek ve onların şehrine uğramamak için bir ritüel gerçekleştirmeliydi. (Mehmet Halit Bayrı, İstanbul Folkloru, s.103)

Eve taşınan kişi, su ve şekerden ibaret şerbeti, merdivenaltı ve bodrum köşeleri gibi evin tenha yerlerine dökerdi. “Bazı istanbul aileleri, bu adete uyulmadığı takdirde yeni taşındıkları evde rahat edemeyecekleri, bir gün lutlaka cin ve perilerin bir azizlik yapacaklarına ve onları korkutacağına inanırlar.” (Bayram, 103)

Ev ve bilinçdışı

Yaşamımızın ilk yıllarını evimizde geçiririz. Bu yüzden ev dünya ile ilişkimizde özel bir noktayı oluşturur. Tam da bu yüzden bilinçdışıyla içli dışlıdır.

Ev hem bizim için en korunaklı alan, hem de en tedirgin edici yerdir. Dış dünyaya karşı burası bir kaledir evet. Ama bu kale aynı zamanda ilk travmalarımızı da barındırır. Oidipus ve Elektra komplekslerini ilk burada yaşarız.

Annemizden ilk kez evde ayrılırız. Babamızdan ilk kez evde azar işitiriz. İlk aşkımızı yaşarken sevdiğimizi evde hayal ederiz. Yani ev, hem dışına çıkmak zorunda olduğumuz hem de kendisine dönmek zorunda olduğumuz bir merkez gibidir.

Ayrıca ev, her başarısızlıktan sonra kendisine döndüğümüz bir ağlama duvarına da dönüşür. Günün muhasebesini orada yaparız. Kimseye söylemek istemediğimiz sırlarımızı orada hatırlarız.

Rüya ve kabuslarımızın en güçlülerini evde yaşadığımızdan, ev düşlerin suyuna bulanmıştır. O yüzden evdeyken bilinçdışından fırlayacak hortlak, kompleks ve kaygılara çok daha açığızdır. Belki de bu yüzden korku hikayelerinin pek çoğu bir evde başlar.

Ev ve hatıralar

Konuya bir de farklı bir açıdan yaklaşalım. Her ev hatıralarla dolu değil mi? Bu her evin bir havası, bir ritmi, bir tarihi olduğunu gösterir bize. Mekanın sahip oldugu ruh yani spiritus, ona hangi cinlerin musallat olacağını da belirler.

Cin dediğimiz zaten nedir ki? Işığın ulaşamadığı bir köşedeki kımıldanış, ansızın gelen sebebi belirsiz bir ürperiş, iç sıkıntısı ve karabasan değil midir cinler? Öyleyse insan için hatıralardan daha güçlü ve korkutucu bir cinden bahsedebilir miyiz?

Ama korkunun ecele faydası yok. Dahası korku da bir kabullenme türüdür, sadece kişi o ruh hali içindeyken daha tedirgindir. Bu tedirginlik, kişinin tehdit ve mesajlara daha açık olmasını sağlar adrenalin sayesinde.

Hatıralardan kaçamayız. Aynı cinlerden kaçamayacağımız gibi. Hatıralar bir mekanla birlikte işlendiyse ruhumuza, bu işaret hem mekanın ruhunda hem de bizim ruhumuzda kalmayı sürdürür. Bu iki ruhun da farklı cinleri vardır.

Evde korkunun somutlaşması: cin ve periler

Korku ve kaygı nüksettiğinde, onu içimizde taşıyamaz ve fiziksel dünyaya yansıtırız. Gölgeler, tıkırtılar, yere düşen bir biblo, hamamböceğinin tedirgin adımları çoktan hazırdır kaygıyla bedenleşmeye.

Eve cinlerin musallat olması da en azından bu düzeyde gerçektir. Ne de olsa insan geçmişin ve geleceğin hayaletleri ile yaşar. Bu hayaletlerin varlığı değil, bizi rahatsız edecek kadar büyümeleri anormaldir.

Ama konunun bir yönü daha var. Cinler ve periler (ya da bilgileri) kültürel ögeler olduklarından, bize ailemiz ve toplum tarafından öğretilirler. Bunları hem bir hikaye gibi dışarıdan, hem de bunlarla ilgili duygulanımları kazanmamız bakımından içeriden öğreniriz.

Burada aslında, insanlığın eve ilişkin biriktirdiği kompleksleri ve travmaları da öğreniyoruzdur. Çünkü bir hikaye hiçbir zaman sadece kendisini anlatmaz. Anlattığı aynı zamanda onun insanın hangi korkularından, hangi zayıflıklarından doğduğudur. Eve cin musallat olması hikayesi de, insanın geçmişten bugüne biriktirdiği korkuların bir kalıntısı olarak atalarımızdan bize miras kalmış olabilir.

Banyo cinleri ve korku

Cin hikayelerinde, insanların evin bazı bölümlerinde cinler ve şerli varlıkların musallatına daha açık olduğu anlatılır. Örneğin banyo ve tuvalet, melekler buraya girmediği için burada çok zaman geçirilmemesi gereken yerler olarak gösterilir.

Ayrıca suyun, hermetik ve ezoterik anlatılarda başka rolleri vardır. Su yaşam için en kıymetli yapıtaşı olduğumdan, hikayelere göre farklı boyutlar ve varlık düzeyleri arasında bir geçiş noktası, bir portal görevi görür.

Ninelerimizin banyoda fazla kalma uyarısı da bu dogmaya dayanır. Pek çok cin hikayesinde, cinlerin musallat olduğu kişi saatlerce duşta kalmak ister ya da uzun duşlar alan kişiye musallat olur cinler.

Suyun insanın bilinçdışında güçlü bir yankısı olduğu da kesindir. Anne karnında şu içerisinde yüzer, bu sıvıdan geçerek dünyaya ulaşırız. Kieslowski’nin Blue filminde havuz sahnesi, insanın doğuma ilişkin travmasını ve rahme dönüş arzusunu çok iyi anlatır.

Peki banyonun ve tuvaletin, cinler ve şeytanlar için mesken olmasının başka kültürel sebepleri var mı? En mahrem olduğumuz, yani çıplak olduğumuz ve ihtiyaç giderdiğimiz anda, neden daha savunmasız olalım kötülüklere ve şerli varlıklara karşı?

Belki de cinsellik ve çıplaklık kontrol altına alınması gereken fenomenler sayıldığından, tuvalet lanetlenmiştir kültürde. Ne de olsa uygarlığın, cinselliği kontrol altında tutulması gereken bir tehlike olarak gördüğünü biliyoruz. (Freud’un Uygarlığın Huzursuzluğu’nu ya da Foucault’nun Cinselliğin Tarihi’ni hatırlayabiliriz.)

Abartıyor olabilir miyiz? Banyoda gereğinden fazla kalma uyarısının hijyenle ilgisi olabilir ne de olsa. Ama konunun sadece bununla sınırlı olduğunu sanmıyorum. Her kültürel öge için geçerli olduğu gibi, bu hikayede fiziksel olanla ruhsal olan ihtiyaçlar iç içe geçmiş durumda.

Eşik cinleri

Anadolu ve Mezopotamya kültüründe, evin kapı eşiği uğursuz sayılmıştır. Evin içiyle dışı, özel alanla kamusal alan arasındaki bu çizgi, nedense uğursuzluk ve kötülükle ilişkilendirilir.

Bir inanca göre, eşik şeytanların ve cinlerin evde en çok bulunduğu yerlerden birisidir, o yüzden eşikte durulmaz ve oturulmaz. Özellikle yağmur yağarken eşikte durup yağmuru izlemenin günah olduğuna inanılır.

Eşiğin bu esrarlı konumu sebebiyle olacak, eşik eski halk hekimliğindeki kurşun dökme ve ateş yakma adetlerine de yer alırdı. Hastayı cinlerin musibetinden kurtarmak için kurşun döken bazı ocaklı kişiler, ritüel bittikten sonra hastayı üç kez kapı eşiğinden atlatırdı. (Mehmet Halit Bayrı, İstanbul Folkloru, s.102)

Eşikle ilgili, eşikte duranın bekar kalacağı, eşikte oturan hamile kadının düşük yapacağı vs. gibi inanışlar da bulunur. Eşikle ilgili bu olumsuz inançların sebebi neydi acaba?

Dış dünya ile ev arasındaki gerilimin büyüklüğü müydü acaba bu olumsuz motifi yaratan? Yoksa eşiğin biçimsiz, tekin olmayan, arada kalmış bir mekan olmasından mı kaynaklanır uğursuzluk?

Sonuç: Cinler ve ev

Bu yazıda, cinlerin eve musallat olması hikayesinin betimlemesini ve kritiğini yaptık. Temel olarak, korku ve kaygının bedenselleşmesi olarak gördüğüm cin ve perilerin, eve dadanmaları ne manaya gelir?

Çeşitli hikayeler bağlamında, cinlerin eve musallatının, insan ruhu ve psikolojisinin hangi fay hatlarına denk düştüğünü görmüş olduk. Gördük ki ev, en derin travmalarımız ve kabuslarımızı da içerisine alır. En büyük mutluluğun gölgesi, en büyük korkulardır çünkü.

Hayaletler önce kafamızın içini, hemen ardından da evimizi doldururlar. Marks’ın söylediği gibi, sadece yaşayanlardan değil, ölenlerden de acı çekeriz. Ama daha da önemlisi, insan hiç gerçekleşmemiş ihtimallerin kaygısını da sırtlanır. İnsan olmak, kör bir kuyunun dininde bulmaktır kendini; buradan çıkmak için kendini hırpalamak, kuyunun dibini araştırmak ya da öylece durup ayı seyretmek, kişinin tercihine kalır.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com’da Blog Oluşturun.

%d blogcu bunu beğendi: